Doç. Dr. Sevilay Çelenk İhraç Edilme Sürecini Anlattı

Yazar / Referans: 
Beyza Kural, Bianet
Tarih: 
10.01.2017

“Kıymetli bir öğrencim bana mealen söylersem bugün şöyle bir şey yazmış; ‘Sizin konuşurken harfleri incitmekten çekinen ses tonunuzu kulağımızdan silemezler…’ Şimdi gelsin Erkan İbiş benim herhangi bir terör faaliyetiyle ilişkili olabileceğimi bu öğrenciye anlatsın… Ben de duyayım. Anlatamaz. Ve bu ülkenin geleceği Erkan İbişler değil, bu öğrencilerdir.”

Doç. Dr. Sevilay Çelenk, Ankara Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi.

1994 yılında yüksek lisans programına girdiği bölümde bir yıl sonra araştırma görevlisi olarak göreve başlamıştı.

Yurt dışında akademisyen olarak bulunduğu iki yıl dışında, 22 yıllık akademisyenlik hayatının 20 yılı aynı fakültede, kampüste geçti.

Bu durumu “Cebeci kampüsünde sere serpe büyümüş o çok sevdiğim ağaçların bazısından bile eskiyim diyebilirim artık” diye anlatıyor.

6 Ocak’ta yayınlanan Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen 21 akademisyen arasında yer aldı. KHK ile ihraç edilen toplam akademisyen sayısı 631’di.

Çelenk, aynı KHK ile ihraç edilen Barış İçin Akademisyenler’in Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisi imzacısı 42 akademisyenden de biri.

Sevilay Çelenk ile Ankara Üniversitesi’nden, tüm akademiye KHK’lara gelen ve KHK’ların ardından yaşanan süreci, ihraçlarda rektörlerin etkisini, kendisinin de  2012-2014 yılları arasında genel başkanlığını yaptığı Mülkiyeliler Birliği’nin rektör Erkan İbiş’e istifa çağrısı yaptığı açıklamayı konuştuk.

"Sonlandırılmayan soruşturmalar"

Üniversitede hakkınızda açılan disiplin soruşturma, verilmiş bir ceza kararı var mıydı?

Evet hakkımda barış bildirisi imzacısı olduğumdan dolayı açılmış bir adli ve bir idari soruşturma vardı. Bu iki soruşturmada da birer kez ifade verdim. Sonrasında bir gelişme olmadı.

Ankara Üniversitesi rektörlüğü zaten idari soruşturmaları sonlandırmayarak bir korku, bezdiri ve gerilim ortamı yaratmakta ün kazandı son bir iki yıldır. Bunun dışında daha önce hiçbir soruşturma geçirmedim. Meslek hayatım boyunca aldığım herhangi bir ceza da yok. 

"Barış Bildirisi imzacısı olduğum için listedeyim"

İhraç kararının neden alındığını düşünüyorsunuz? Barış Bildiri imzasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

“Etkisi” gibi muğlak ve karmaşık bir durum değil, tam ve kesin olarak barış bildirisi imzacısı olduğum için o listede olduğumu biliyorum. İçinde bulunduğumuz süreçte zaten diyelim ki bu bildiriyi imzalamamış olsaydım da KHK’da yine barış mücadelesiyle ilişkili bir faaliyetim nedeniyle yer alabilirdim ancak. Zira benim yer alacağım toplumsal muhalefet ve mücadele mecrası ancak ve ancak toplumsal barışa, çatışma ve şiddet ikliminin sona ermesine, bütünüyle şiddetsiz ve her bir hayatın çok değerli olduğu bir dünya rüyasına odaklanmış mecralar olabilirdi. Öyle de oldu. Barış bildirisi de budur zaten.

Kuşkusuz barış imzacıları arasından bu KHK için seçilmiş olmamda Ankara Üniversitesi’nde Erkan İbiş tercihiyle şekillenen ve her KHK’da istisnasız karşımıza çıkan artı bir kişisel faktör veya özel neden de vardır. Benimki sanırım tarihsel olarak benzeri görülmemiş bir kişiselleştirmeydi.

"İşletilmeyen" profesörlük süreci

Bu kişiselleştirme ile neyi kastettiğinizi biraz açabilir misiniz?

Geçen yıl barış bildirisi imzacılarıyla ilişkili sürecin patlak verdiği 11 Ocak 2016 tarihinden bir hafta önce 5 Ocak 2016’da görev yapmakta olduğum anabilim dalının profesörlük kadrosuna başvuru yapmış ve dosyalarımı teslim etmiştim. Bu olay patlak verdiğinde Ankara Üniversitesi’nde yükselme başvurusu yapmış bulunan sanırım tek imzacı idim. Benden sonra imzacılardan hiçbirinin başvuracağı bir kadro ilan edilmedi zaten. Ama benim başvurum bir kez alınmıştı ve hukuki olarak süreci işletmekten başka bir yol yoktu.

Normal koşullarda çoğu kez üç dört ayda tamamlanan bu süreç benim örneğimde başvurumdan ancak üç ay filan sonra başlatıldı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, beşinci ayın sonunda da jüri üyelerinin tamamından olumlu rapor gelmiş. Ancak rektör bu raporları da yeniden uzunca bir dönem beklettikten sonra, üç jüri üyesine, mealen söylersem “bir daha bakın” diyerek tekrar göndermiş. Üyelerin ikisi benim fakültemde görev yaptığından konuyu hemen duyabileceğim düşünülerek onlara gönderilmemiş.

Neyse işte, iletişim camiası küçük bir camia. Sonuçta jüri üyesi Fizan’dan da seçilse yanında, alandaki en eski fakülte olarak bizim fakülteden yetişmiş bir akademisyenin olmadığı bir okul bulmak zordur. Doğal olarak “bu olmadı biraz daha incele” biçimindeki tuhaf talep de konuşuluyor tabii.

Ben de sürecin bir aşamasında bu tuhaflıkları öğrendim. Yine de jüri mahremiyetine saygı adına tam bir yıl bu sürecin yeniden ve yeniden uzatılmasını sadece izlemeyi tercih ettim.

Bir yıl dolduğunda ise, rektörle işbirliği yaparak dosyamı yedi ay boyunca elinde tutan jüri üyesiyle konuştum. Bu durumu sürdürürse akademik etik kurullara şikayet başvurusu yapacağımı ve suç duyurusunda bulunacağımı açık ve net bir şekilde ifade ettim.

Jüri üyesinin şaşkınlık içinde bana söylediği şey şu oldu; “benim hiç kimseye bir kötülüğüm olmamıştır, olamaz da. Rektör Erkan İbiş dosyayı kendisinden haber gelinceye kadar tutmamı, yoksa adınızın KHK’ya ekleneceğini” söyledi. Bu jüri üyesi dosyamı yedi ay rektör Erkan İbiş’in isteği ile elinde tuttuğunu, ancak bunun benim “iyiliğim” için olduğunu iletişim alanından kıdemli iki ayrı hocamıza ifade etmişti ve ben de öyle öğrenmiştim süreci. Bu kadar rahatlıkla ifade etmiş olması ise buna gerçekten de ikna olduğunu gösteriyor. Bir jüri değerlendirme süreci bakımından etik anlayış, akademi nosyonu vs. noktasında oldukça problemli bir durum…

Uzun sözün kısası, bu jüri üyesi raporunu sanırım “olumsuz”a çevirerek, 6 Aralık 2016’da rektörlüğe iletti. Bana telefon açarak ilettiğini söyledi. Jüri üyesi bu saatten sonra bir barış akademisyeninin dosyası için olumlu bir rapor düzenlerse, hakkında soruşturma açılabileceği yönünde kaygısını ifade etmişti zaten. Tabii hiçbir risk almayıp kendi masasında dosyamı bekletmek yerine “iyilik” gibi nereden baksanız çok sorunlu bir iddiayla bir jüri üyesine bu sorumluluğu yükleyen bir rektörle karşı karşıya olduğunu ancak benim konuşmam üzerine anlayabildi bu üye! Bu işbilirlik, maniplasyon vs. karşısında da kaygıya kapılması belki anlaşılabilir bir şeydir. Orada cereyan eden şey benim dünyama ait değil, daha fazlasını bilemiyorum…

"Akademi dünyasından temizlenmesi gereken isimler"

Bu sürecin uzatılıp sonlandırılmamasının karşılığı ne? Doçent olduğunuz fakültede, profesör olmanızla değişen ne olurdu?

Şu olacak; kendine “gazete” diyen bazı paçavralar ve birkaç twitter saldırganı belki “imzacıyı profesör yaptı” diyecekti. Bu Erkan İbiş için -onu tanıyanların bugünden sonra artık çok iyi bildikleri gibi- büyük bir felaket olurdu. Mazallah yerin kulağı var, bu dedikodu yükseklere bir yerlere gidebilir… Birinci neden bu ama dediğim gibi profesörlük atamamın birilerinin dikkatini çekmesi esasen zayıf bir ihtimaldi.

Asıl neden ise, Erkan İbiş’in hiçbir köklü ve büyük üniversitede görülmemiş bir biçimde barış imzacılarına, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nün demokrat, özgürlükçü ve kesinlikle “nitelikli” akademik ortamına çok önceden açmış olduğu savaştır.

Üzgünüm ama mütevazı olamayacağım, barış imzacılarının birçoğu alanlarının yüzakı olan akademisyenlerdir. Oysa Erkan İbiş için bizler bir an önce akademi dünyasından temizlenmesi gereken isimleriz. Siyaset Bilimi ya da İnsan Hakları Anabilim Dalına lisansüstü programlarda kontenjan vermeyen bir anlayışla karşı karşıyayız! Daha ne diyebilirim? İnsan haklarından söz etmek Erkan İbiş için “terör” faaliyetiyle eş… 

"Kaygı" ve "kahramanlar"

Daha önce de Ankara Üniversitesi’nden akademisyenlerin de aralarında olduğu akademisyenlere dönük ihraçlar yaşandı. Bu ihraçların ardından üniversitedeki durum nasıldı?

Tabii ki bir yandan üniversitede kaygıların çok yoğun olduğu bir atmosfer var. Bizler böyle rektörler eliyle harcanırken ve kimseye bunun için bir hesap sorulmazken cesaret bulan bir mobbing ortamı var. Üstelik otoriteryen kötü yönetimler herkesin içindeki baskılanmış “zalimi” ve “etik yoksunluğunu” serbest bırakır. Zaman artık zalimin ve ahlaksızın zamanıdır… Tadını çıkarırlar. Birçok yerde bunun böyle yaşandığını biliyoruz. Fakat öte yandan tam da bu süreci darmadağın eden güçlü bir dayanışma, umut, birbirini gözünden sakınma gibi bir sevgi ortamı da var. Kısacası ikili bir etki söz konusu.Bu süreçte risksiz zamanların muhteşem solcu ve demokratları birer Goebbels’e bile dönüşebilir.

Fakat orada büyük lafların uzağında çalışıp duran, hak ihlallerini izleyen, raporlaştıran ve mütemadiyen üreten bazı kadın ve erkeklerden ise şaşırtıcı bir sağlam duruşla adeta lirik birer kahraman karşınıza çıkar. Yine öyle oldu. Benim bu süreçte karşıma kendi fakültemde çıkan kahraman bir kadın arkadaşım var ki o en büyük kazanımımdır. Adını vermek isterdim ama, şimdi ne olur ne olmaz…

"Baltayı taşa vurmak"

İhraçların akademide etkisi nasıl olacak? Siz bundan sonrası için neler düşünüyorsunuz.

Bu ihraçlar bir noktada artık -KHK sürecinin nasıl ağır biçimde istismar edildiğini göstermesi bakımından- baltayı taşa vurmuş olmak gibi bir etki yaratacak diye düşünüyorum.

Yani siz Gülseren Adaklı’dan, İlkay Kara’dan, Vahdet Mesut Ayan’dan Tezcan Durna’dan, Bahar Şimşek, Burçin Kalkın ve Sevilay Çelenk’ten ya da diğer fakültelerimizden ihraç edilen çok değerli arkadaşlarımızdan “terörist” çıkarmaya çalışırsanız inandırıcılığınızı sıfırlarsınız ancak. Fetö ile mücadelenin altını oyarsınız…

Üstelik o KHK’lara kıdemli hocalar olarak neredeyse sadece muhalif, demokrat kimliği ile tanınan barış akademisyenlerini koyarsanız ve “Fetöcüleri” büsbütün unutmuş görünürseniz herkes yapmaya çalıştığınızın ne olduğunu, kime hizmet etiğinizi sorgulamaya ve sorgulatmaya başlar.

Sonuçta kimsenin zekası, sosyal ilişkileri ve etki alanı sonsuza kadar küçümsenemez. Hiç ummadığınız sakin ve sabırlı insanlar da size güçsüz görünüyor olsalar bile çok farklı çevrelerde itibarlı, hayranlık duyulan ve sonsuz güvenilen isimler olabilir. Her şeyden önce bizim her birimiz yılda en az bin öğrenciyle karşılaşıyoruz. Bu yaptıklarınızı o öğrencilere anlatamazsınız. Kıymetli bir öğrencim bana mealen söylersem bugün şöyle bir şey yazmış; “Sizin konuşurken harfleri incitmekten çekinen ses tonunuzu kulağımızdan silemezler…” Şimdi gelsin Erkan İbiş benim  herhangi bir terör faaliyetiyle ilişkili olabileceğimi bu öğrenciye anlatsın… Ben de duyayım. Anlatamaz. Ve bu ülkenin geleceği Erkan İbişler değil, bu öğrencilerdir.

"İstifa yerinde bir çağrı"

2012-2014 yılları arasında genel başkanlığını yaptığınız Mülkiyeliler Birliği ihraçlara karşı açıklamasında rektör Erkan İbiş’in istifa etmesi gerektiğini söyledi. Siz rektörün ihraçlar konusundaki etkisi ve istifa çağrısı hakkında ne düşünüyorsunuz.

Çok haklı, çok yerinde bir çağrıdır. Mülkiyeliler Birliğine yakışan bir çağrı olmuştur. Zira Erkan İbiş Ankara Üniversitesinde dört yıldır estirilen ve fırsatçı bir tutumla 15 Temmuz 2016 sonrasında ifrada vardırılan soruşturma-ceza fırtınasını ve baskıyı, ilişkilerini hala iyi tutmak istediği çevrelere de çok ağır bir AKP ve saray baskısının neticesi gibi sunma gayretindedir. AKP ile ilişkileri artık yakın ve güçlü diye, sosyal demokrat, Atatürkçü ya da ulusalcı konumlanışlar etrafında toplumsal muhalefet üretme çabasındaki bu çevreleri de tümüyle boş bırakmıyor.

Oysa baskı altında olma iddiası bu yaşananları asla ve asla meşrulaştıramaz. Ankara Üniversitesi'nde son üç dört yılda açılan soruşturmaları ana başlıklarıyla sıralamaya kalksanız kesintisiz iki saatlik bir konuşma yapmanız gerekir... Geçenlerde bir toplantıda denk geldim de oradan biliyorum.

Kaldı ki bu baskı vs. doğru olsa bile bir rektörün bunun karşısında -birçok köklü üniversitenin rektörünün yapmaya çalıştığı gibi- yapması gereken şey, öncelikli olarak akademik kadrolarına, bilime ve akademik özgürlüklere sonuna kadar sahip çıkmaya çalışmak olmalıdır. Bunu artık hiç yapamıyorsa da istifa etmektir.

Sizden farklı düşünenleri "terörist," "hain" vs. biçiminde yaftalayıp işlerini ve hayatlarını, bütün yaşam çevrelerini akıl almaz bir zalimlik ve hoyratlıkla ellerinden alamazsınız. Hayatlarıyla oynayamazsınız. "Hainlik" esasen böyle bir şeydir.

Barış savunucusu, demokrasinin, hakların ve akademik özgürlüklerin savunucusu ve şiddet karşıtı akademisyenleri üniversiteden uzaklaştırmak başka nasıl adlandırılabilir bilmiyorum. Bu bir ülkenin gelecek ufkuna, o ülkenin geleceğini inşa edecek olan evlatlara, nesillere ihanettir... Bundan ötesi var mı? (BK)

Beyza Kural

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. Kasım 2012'den beri bianet'te muhabir olarak çalışıyor.