Binasız üniversite inşa edeceğiz

Yazar / Referans: 
Günay Aksoy, Özgürlükçü Demokrasi
Tarih: 
20.02.2017

‘Binasız üniversite inşa edeceğiz’ diyen Yar. Doç. Dr. Esra Mungan, barış yolunu tıkayanların, akademisyenleri üniversitelerden atanların geçmişte 1402’liklerde kaybettikleri gibi kaybedeceğini, akademisyen kıyımı yapanların ise, kara leke olarak tarih sayfalarına yazılacağını söyledi

Barış İçin Akademisyenler Girişimi’nde yer alan ve “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığı için tutuklanan ve sonrasında serbest bırakılan akademisyenlerden Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Yardımcı Doç. Esra Mungan ile, akademisyenlerin ihracı ve barışa dair konuştuk. Mungan, barış bildirisindeki imzalarından dolayı binlerce akademisyenin KHK’lar ile ihraç edilmesine, üniversitelerden uzaklaştırılmasına rağmen barışa dair ümidini hala diri tutuyor.

*Türkiye’nin bir uçuruma sürüklenişini o metni açıkladığınız gün öngörüyor muydunuz?

Evet ve sanırım bu bildirinin, büyük çoğunluğu sosyal, sağlık ve beşeri bilimlerinden olan böylesi beklenmedik sayıda akademisyen tarafından imzalanması tam da bu nedenledir. Biz daha 1980’lerin Diyarbakır Cezaevi’nin vahşeti, Cumartesi annelerinin ve kayıplarının yaşadığı dehşeti, 90’larda Kürt coğrafyasındaki toplu mezarlar ve milyonların zorunlu göçe tabi tutulmalarının travması gibi konuları gerektiği kadar konuşamazken, bunlarla Fırat’ın batısında yeteri kadar yüzleşemezken, 20 Temmuz 2015’de adeta göz göre göre gerçekleşen Suruç katliamıyla ilk sinyalini veren barıştan savaşa geçiş döneminin, Fırat’ın doğusuyla batısı arasındaki kırılmayı artık tamir edilemez noktaya götüreceğini hissediyorduk. Bunu önlemek için derhal bu yok etme ve yakıp yıkma durmalıydı, talebimiz acilen barışın inşasıydı ama başaramadık.

*28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı’yla ilk kez barışa bu kadar yakınlaştık. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, mutabakatı tanımadığını söyleyerek süreci sona erdirdi. Eğer mutabakat tanınmış olsaydı sonuç ne olurdu?

O tecridin bahsine değmez, insanlar geçmişte ve yine bugün mislini yaşarken. Ne çok şeyi konuşmaya başlamıştık, 2013’te Barış İçin Kadınlar Girişimi’yle kadınlar olarak ülkenin farklı yerlerindeki kadınlarla, milliyetçisi, Atatürkçüsü, Kürdüyle, Alevisiyle ne çok şeyi konuşmaya başlayabilmiştik hep birlikte. Bu ülkenin korkunç resmi tarih safsatalarına rağmen birçok insanın hala farklı bir anlatıyla karşılaştığında ilk etapta reddetse de sonrasında dinlemeye başlayabildiğine tanık olduk. Ne yalan söyleyeyim ki ümitliydim. Bu potansiyelin hala var olduğunu düşünüyorum yeter ki tepemizdeki karar verici savaşkan erkekler bir kenara çekilsin ve bu işi biz kadınlara bıraksın.

*Esra Mungan’ın barış hayali nedir?

Benim hayalim bu ülkede tüm farklılıklarımızla birlikte eşit özgürlüklere sahip olarak, demokratik, çoğulcu, çok sesli bir toplum olarak yaşamamız. Hiçbir zaman ülkemizde herkesi kapsayan bir toplumsal sözleşme yapılamadı. Örneğin bu toprakların kadim halklarından olan Hıristiyan ve Yahudi halkları korumayı bilemedik, 1915’lerden, 1934’lerden, 1955’lerden, 1964’lerden geriye kaçı kaldı idiyse… Şimdi bu halklar da (yakın zamana kadar diğer Ortadoğu coğrafyasında yaşadıkları gibi) bu topraklarda güçlü bir mevcudiyet olarak yaşıyor olsaydı bugün içinde bulunduğumuz tek sesli, boğucu ortam olmazdı. Bunu sürekli düşünüyorum ve çevremdeki insanlarla konuştuğumda onlardan da benzer sözler duyuyorum. 2013’te birden birçok şey daha özgürce konuşulmaya başlayınca hayalim ilk defa bunun gerçekleşebilmesiydi ama ne zaman öyle bir kıpırdanma olsa bir yerden bunu engellemek için bir şeyler oluyor. Her demokratik sıçrama denemesinin fütursuzca boğulmasını ise ta geçmişten bu yana suç işlemişlerin asla ama asla hesap vermemiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

*Son bir yıldır Türkiye hızla ölüm coğrafyasına dönüyor. Siz bu yaşananlara nasıl bakıyorsunuz?

Öfke ve tiksinti.. Tiksinti hissi sanırım insanın savaşta hissettiği bir şey çünkü savaşlar insanı koca bir ahlaki çöküşün tanıklığına zorlar. Bu insanın yüreğinin taşıyamayacağı kadar ağır ve yok edici bir his. Genel olarak, evrim ve doğadaki canlıları da ucundan çalışan biri olarak ben bu homo sapiens denen canlıdan hakikaten tiksinti duyuyorum. Bu bir yandan olağanüstü şiir, müzik yaratan, bilim, felsefe, ahlak üretebilen tür bir yandan nasıl bu kadar aşağılık ve yok edici ve zavallı olabiliyor. Ayrıcalıksız insanlar ezilirken, ayrıcalıklı insanlar nasıl hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebiliyor ve ya bu ölüm değirmenine su taşıyabiliyor, işte bu galiba insanı artık öfkeden çok tiksindiriyor… Ve ne acı, hepimiz biliyoruz ki, başta erk sahipleri, tüm bu ölümleri bir anda durdurmak mümkün ama ona rağmen bu yapılmıyor. Amaç ne? Hiç sanmıyorum ki bir parti canı, canlıyı yok etmek için iktidara getirilmiş olsun…

5_esra_mungan

*Nazi Almanyası’nda Wolfgang Köhler isimli akademisyen, Hitler’i eleştirmesine rağmen ona dokunulmazken, çıkarılan KHK’larla binlerce akademisyenin ihraç edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aachen Barış Ödülü töreninde tüm barış imzacıları adına konuşmamı yaparken, Almanya kamuoyuna neden o zaman bir iki akademisyen dışında kimse ses vermedi, binlerce Wolfgang Köhler olsaydı Hitler böylesi kolaylıkla gücünü konsolide edebilir miydi sorusunu sordum. Tabii o dönem faşizmin parlayan yıldız olduğu dönemlerdi. Sonra milyonların öldüğü bir dünya savaşının sonucunda tüm dünya faşizmin ne olduğunu gördü, öğrendi. Bugün çok gecikmeli de olsa belki de ilk, sayısı 2000’lerle anılan akademisyenlerin toplu çıkışına tanık olduk, hem bu ülke tarihinde hem de dünya tarihinde. Biliyorsunuz ABD’de daha yeni bu toplu çıkışları görüyoruz kendi iktidarlarına karşı.

Devletin bunu sert bir şekilde cezalandırma telaşına düşmesi tabii şaşırtıcı değil, ne de olsa devletimiz asla ezber bozamamıştır, refleksleri sittin senedir aynı. Hükümet yerine devlet diyorum çünkü birbiriyle zıt hükümetler döneminde de farklı derecelerde hep benzer şeylere tanık olduk, bu kahredici süreklilik insana asıl kaynağının devletin içinden olması gerektiğine işaret ediyor. Öte yandan, elindeki kocaman tahakküm araçlarıyla bu dev devletin elinde sadece kalemi olanlara yönelik bu hıncı ve öfkesini, kendisi açısından çok da küçültücü buluyorum… Zaten çocukluğumdan beri beni en yabancılaştıran şey, elinde gücü olanın kasılarak, böbürlenerek ve de utanmadan o gücünden istifade ederek güçsüzü ezmesi. Gözümde mesela bir kelebeği makineli tüfekle öldüren insan imgesi canlanıyor, ne utanç verici. Bildim bileli elindeki gücü öğrenciyi korkutmak ve ezmek için kullanan hocalardan da hep utanmışımdır onların yerine. Başkasının yerine utanma için Almancada bir sözcük vardır, “fremdschämen”, galiba bize de öyle bir sözcük lazım çünkü sıkça hissediyoruz.

*Sizce akademiye yönelik baskının bu kadar şiddetli olmasının nedeni, akademisyenlerin etkili olması mı?

Her kim insanı sorgulamayı, itaat etmemeyi öğretiyorsa onun rolü vardır, bu ister akademisyen olsun, ister sanatçı, ister sağlık çalışanı, ister gazeteci, ister hukukçu olsun.

*Türkiye kurulduğu günden bugüne toplamda 42 yıl olağan üstü koşullarda yönetildi. OHAL’in kalıcı bir rejime dönüşmesi için de bir Anayasa hazırlandı. Siz bu anayasayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu gelmekte olanını “anayasa” olarak adlandırmıyorum çünkü toplumsal bir sözleşme yapılmıyor, belirli bir kesim tarafından kendini kollamak için ve erki sonsuza dek ellerinde tutmak için OHAL ortamında zorla empoze edilen bir “ferman” olarak görüyorum. Olan bir yanıyla da bana George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği”ndeki o mide bulandırıcı sahneyi hatırlatıyor, o güne kadar itilip kakılan domuzlar erk sahibi oluyor ve ilk iş kendi içlerinde tasfiyeler yapıp geriye kalan herkesi eziyor..

*AKP’nin sandıktan “evet” çıkması için yaptığı algı yönetimi ile sonuç alacağını düşünüyor musunuz?

Evet, korku ortamında insanlar sağlıklı düşünemez ve hareket edemez. Üstelik inşa olunmuş muhtarlar kolculuğuyla hane hane kimin sandığa gittiği, neye oy verdiğinin takibi de mümkün olabileceği için “hayır” şansını düşük buluyorum, olmayacak olan sandık güvenliğine girmiyorum bile. Öte yandan barışçıl ve çok sesli bir ortamda bu toplumdan kesinlikle “hayır” çıkardı, ondan da eminim. Tam da bundan dolayı “evet” çıktığında bu sonucun hiçbir meşruiyeti olmayacak, hatta hukuki bile olmayacak çünkü OHAL ortamında yapılan bir referandum ve sorulan sorunun 15 Temmuz darbe girişimi denen ne idüğü belirsiz şeyle alakası yok.

* “Dindar nesil” yetiştirmek isteyen AKP, eğitim sistemi ile neden bu kadar çok uğraşıyor?

Bu ülke daha önce de toplum mühendisliği gördü ama o zamanki mühendislik din eksenli olmadığı için özünde dogmatik olmak zorunda olan bir ideoloji barındırmıyordu. Öte yandan şimdiki mühendislik projesi çok çok daha tehlikeli çünkü özünde içkin olarak “kutsallık” ve “sorgulanamazlık” taşıyan bir dine yaslanıyor ve üstelik bu ülkenin %90’ının nüfus cüzdanında yazılı olan bir dine.. Amaç tabii ki biat eden kul üretmek.. Nazi Almanyası’nın yenilgisinden sonra Almanya tüm eğitim sistemini külliyen değiştirdi, sosyal demokratların döneminde bunun adı da “anti-otoriter eğitim sistemi” kondu.

Bugünün Almanyası’na baktığımızda tüm Avrupa’nın hem ekonomik olarak, hem bilimsel olarak, hem de politik olarak en başlıca ülkesidir. Acaba neden..?

*Son soru; saldırılara maruz kalan demokratik kesimlere, akademisyenlere bir mesajınız var mı?

Biz doğru bildiğimizi her darbeyle birlikte daha da güçlü bir şekilde ve daha da kalabalık ve hep birlikte dile getirmeye devam edeceğiz. Günümüz muktedirleri bizleri ezmeye, yok etmeye, tasfiye etmeye çalışırken bilmiyor ki biz birbirimizle daha fazla kenetleniyoruz.

Kadınlar ‘Hayır’a daha yakın

*Toplumun farklı kesimleri ile de biraraya gelen biri olarak, “hayır” savunucularının “eveti” savunanlara yönelik nasıl yaklaşmasını önerirsiniz?

Ben bir insanın hayat hikayesini bilmeden yargılama hakkına sahip olmadığımı düşünüyorum. Belki ben aynı şeyleri yaşasaydım onun yerinde ben, benim yerimde o olurdu. Onun için öncelikle birinin neden “evet” diyeceğini anlamak isterim ve ondan sonra sorularla ilerlemek isterim. Burada kastettiğim muktedirlerin trol ve kefenci takımı değil, onlar zaten faşizmlerden de bildiğimiz, zıkkım değeri olmayan, onlara verilmiş bir görevi adeta android gibi yerine getirenlerdir. Kastettiğim AKP’ye oy veren normal sıradan insanlar. Mesela bir kadınla konuştuğumda tüm kararların bir erkin iki dudağı arasında olursa tüm ülke için ve çocuklarımızın geleceği için bu tehlikeli olmaz mı diye sormak isterdim. Kadınlar aslında birçok yerde birçok konuda ne kadar daha makul düşündüklerinin farkında, bunu belki daha güvenle hissetmesi için sohbet etmek isterdim. Üniversitede olmanın güzelliği de buydu çünkü çok farklı arka planlardan öğrenciyle birlikte oluyorsunuz ve temas ediyorsunuz. Bu etkileşimde iki taraf da çoğalıyor aslında.

Binasız üniversite inşa edeceğiz

*Akademi 1980’de çok yara almıştı, son KHK’lar ile de bu yara derinleşti. Akademi bu yaraları nasıl sarabilir? Somut önerileriniz var mı?

Geçen gün Galatasaray Üniversitesi’ndeki meslektaşlarımız çok güzel bir eylem yaptılar, dediler ki binasız üniversite olur ama hocasız üniversite olmaz. İşte biz de binasız üniversiteyi inşa etmeye koyulacağız, şükür ki öğrencilerimiz ezberci hocayla sorgulattıran hoca arasındaki farkı biliyor, korkarım o iyi öğrenciler bu kampüssüz üniversitelere koşacaktır. Ahmet Şık’ın bu lafını da çok sevdim “Çünkü, her kim olursanız olun, gücünü gerçeklerden alan bir fikirle savaşamazsınız. Savaştığınızı sanıyorsanız bilin ki kazanamazsınız. Yine kaybedeceksiniz.” Kaybedecekler, aynen geçmişte 146’lıklar, 1402’liklerde kaybettikleri gibi, hepsi geri döndü, hepsi tarih tarafından aklandı ve itibarla anılır oldu, öte yandan onları atanlar kara bir leke olarak tarih sayfalarına yazıldı. Tüm mesele bunun ne kadar süreceği ve o güne kadar verilecek zararın ne kadar büyük olacağı.