Gökçe Çataloluk'un Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
14.02.2019

"Yasa “aleniyet” diyor, burada “fiili imkansızlık”la karşılaşıyorlar; hukuk, “süreklilik, genellik” diyor, burada “konjonktür” duyuyorlar; biz “eleştiri” diyoruz, burada “suç” olarak yankılanıyor."

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Gökçe Çataloluk'un Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Sayın Mahkeme Heyeti,

Karşınızda bulunma sebebim malumunuzdur. Her bir sanık için ayrı ayrı görülmesi nedeniyle giderek üzerinde söylenecek yeni bir söz bırakmayan ve sabır zorlayan bu davada, şüphelilerden biri olarak savunma sırası bana gelmiş bulunuyor.  

Ben bir üniversite çalışanıyım. Hukuk öğretirim. Dinleyicilerimiz arasında ve dışarıda kurulmuş olan barikatın gerisinde hukuk öğrencileri bulunuyor.

Bu davalara elbette ilgi duyuyorlar. Suçlama konusu metni, iddianameyi, delil olarak dosya içerisine bırakılan gazete haberlerini defalarca okudular, tartıştılar, tartışıyorlar.

Bugün burada bana kalsa üç cümle ile bitireceğim savunmamı ayrıntılandırmamın, bir savunma hakkı kullanımı örneği haline getirmemim tek sebebi de açıkçası onlardır.

Bu Suça Ortak Olmayacağız başlıklı metnin bir suç unsuru olarak değerlendirildiği iddianameye geçmeden önce, aynı fiil üzerinde birbiri ardına aynı yahut farklı mahkemelerde yapılan bu yargılamaların hukuk tarihinde önemli bir yeri olacağına dikkatinizi çekmek isterim.

Zira bu durum, usûl ekonomisi sorununu bir tarafa bırakacak olursak, paradoksal bir şekilde, bir yandan birbirinden farklı hükümleriyle hukuk sisteminin harmonisini bozarken diğer bir yandan da aynı kararı veren mahkemeler bakımından örtük bir tür ihsası rey sorunu yaratıyor.

Bu ise, elbette iç hukuktaki üst derece mahkemeleri için de uluslararası merciler için de (yine aşırı iş yükünü bir yana bırakacak olursak dahi) karmaşa yaratmaya namzet bir durum ortaya çıkarıyor.

Yürürlükteki normlar bakımından görünürde aykırılık içermeyen pek çok uygulamanın son raddede hukuk sistematiğini nasıl tahrip edebileceğini de böylelikle görmüş oluyoruz.

İddianameye gelince… Metnin hukuki değerlendirmesini ve savların yanıtlanmasını sevgili meslektaşım Gülvin Aydın’a bırakmayı tercih ederim. Ancak iddia makamının son derece haklı bulduğum bir saptaması var.

Gerçekten, Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini bu mahkeme sınırlarına sokan, konjonktürdür.  Eğer bildiri, kamuoyuyla üç sene evvel paylaşılmış olsaydı bırakın ceza hukuku konusu olmayı, belki siyasi iktidarın teveccühüyle bile karşılaşabilirdi.

Zira Kürt sorununda çözüm süreci, bir önceki hükümetin programının temelini teşkil ediyordu. Şimdi sormak lazım: Nasıl olur da aynı eylem üç dört sene içerisinden ödülden cezaya bir mesafe kat eder? Sizler benden iyi bilirsiniz, kullandığımız ceza hukuku sistemi üç yüz yıl kadar önce genellik ve süreklilik sağlamak üzere kodifikasyonlara gitmemiş miydi?

İddianame bu kadar açıkça siyasi duruma ve konjonktüre işaret ettiği için, tam da burada, metni imzaladığımdaki konjonktür hakkında da birkaç söz söylemek istiyorum.  Pek çok rapor sunuldu bu adliyede çeşitli mahkemelere.

En genel hatlarıyla özetlemek gerekirse Kürt yurttaşlarımızın yaşadığı bir bölgede çatışmalı bir dönemden geçiyorduk. 

Devlet, kamu hizmetlerini büyük oranda askıya almıştı ve yurttaşlar göç halindeydi.  Ancak bölgeyi terk edemeyen, genellikle yoksul ve çaresiz kişilerin yaşam tehlikesine atılması dışında sağlık, eğitim ve adalet hizmetine erişim gibi hakları kullanamamaları da söz konusuydu.

Bu türden bir kriz halinde, iki yol vardır; ya bütün ihlallere gözünüzü kapatır ve siyasi iktidarı desteklersiniz ya da ihlale işaret edersiniz. Binin üzerinde akademisyen, imzaladıkları bildiriyle, ikinci yolu seçti. 

Siyasi iktidarların eleştirilmesi gerekir. Özellikle de iddia makamının savının aksine tam da işaret edilen sancılı konjonktürlerde ve yine sizin daha iyi bildiğiniz üzere bu eleştiriler sert bile olsa, propaganda suçu teşkil etmezler.

Elbette genel bir talep olarak barış, güncel ve gerçektir. Ancak, dünyaya bakışım gereği, bir bildirinin bırakın Kürt sorununu, işaret ettiği özgül sorunu dahi çözeceğini düşünecek kadar naif değilim.

Attığım imza sadece demin bahsettiğim sorumluluk gereği alınan bir tutumun göstergesiydi. Hukukun temel ilkeleri bakımından ceza hukukuyla alakası kurulamayacak bir tutumun. Doğruydu ve barışa yönelikti.

Son olarak yine dışarıda bekleyen öğrenci arkadaşlara dönmem gerekiyor. Onlara gerçeklik borcumuz var.

Biz derslerde hukukla ilgili hikâyeler ya hukuk hikâyeleri üzerine konuşuruz. İster istemez olması gerekene dair bir inanç geliştirirler. 

Gerçek hayatta söz gelimi Antigone’nin ya da Katharina Blum’un mücadelesini kazanması gerekir. Burada elbette kahramanlar yok, bir metin imzalayan sıradan yurttaşlar yargılanıyor. Ama bu davalar onlara benzer bir çelişki yaşatıyor: Normlar ve yaşam dünyası arasında.

Yasa “aleniyet” diyor, burada “fiili imkansızlık”la karşılaşıyorlar; hukuk, “süreklilik, genellik” diyor, burada “konjonktür” duyuyorlar; biz “eleştiri” diyoruz, burada “suç” olarak yankılanıyor. 

Demin saydığım ve avukatımın sıralayacağı hususlar bir tarafa, sadece öğrencilerin hukuk nosyonu geliştirebilmeleri açısından dahi iddia makamını rasyonaliteye ve hukuk sınırlarına davet ediyorum. 

Sayın heyete ise dava konusu olan fiilin suç teşkil etmediğini hatırlatmak istiyorum ve mahkemenizden beraatimi talep ediyorum.

(GÇ/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/205489-gokce-cataloluk-un-beyani