İrfan Eroğlu'nun Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
05.03.2019

"Bu Suça Ortak Olmayacağız başlığı altındaki metni ben bir barış çağrısı olarak okuyorum. Siz bunun bir propaganda olduğunu ileri süren niyet okuma metnine itibar ediyorsunuz ama inanın yanılıyorsunuz."

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Öğr. Gör. İrfan Eroğlu'nun Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz. 

Sayın başkan ve yargı heyeti, sayın savcı

“Yargılamaya bir etkisi olmayacağının” farkında olarak bir takım raporlara değinerek konuşmama başlayacağım. Çoktandır sıkça dile getirilen bir hakikat artık uluslararası listelerde de somutlaştı: Türkiye, 2019 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde (Rule of Law Index) 126 ülke arasında 109'uncu sırada.

Ülkelerin bulundukları coğrafi bölgelere göre kategorize edildiği endekste Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubundaki 13 ülke arasında sonuncu. Yani geçen yılki sonunculuğunu kararlılıkla koruyor.

Hükümetin Gücünün Sınırlandırılması sıralamasında ise 123.  Temel Haklar başlığı altındaki sıralamada ise durum bir basamak daha iyi: 122.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 140 ülkede yürüttüğü son çalışmasında ise, basın özgürlüğünde 129., eğitimde eleştirel düşüncede 133., terör saldırılarında ise 134. sırada olduğumuz göz önünde bulundurulursa benim veya herhangi bir arkadaşımın “yargılamanın geldiği aşamayı ve yakın vadede ulaşacağı sonucu” herhangi bir savunma ile etkileyemeyeceğimiz, değiştiremeyeceğimiz çok açık.

Dolayısıyla, sonunda söylemem gereken sözü tam burada belirteyim: İddianamede bolca kullanılan ve bir tür hakaret ifadesine dönüşen “sözde” lafını tekrarlamamak için “sanki iddianame” adını verdiğim yazılı şeyin yönelttiği suçlamaları kabul etmiyorum. Edemiyorum.

Barış isteyenleri suçlayan “sanki iddianameyi” mantıktan yoksun, gerçeklikten uzak ve fakat fantezi olarak dahi değerlendirilemeyecek kadar vahim yetersizlikte buluyorum. Barış istemenin suç sayılmasını, barış için imza vermenin yargılanıp cezalandırılmak istenmesini anlayamıyorum.

Hükümetlerin sürekli savaş hukuku uygulamak isteğini anlayabilsem de, bir “hukuk devleti”nde, yüz yılı aşkın süredir iyi-kötü anayasal bir hukuk düzeninden sapmamış bir yargı kültüründe barış sözünün ve çağrısının dava konusu olmasını içime sindiremiyor, ülkeme yakıştıramıyorum.

Bu Suça Ortak Olmayacağız başlıklı bildirinin genel olarak düşüncesine, içeriğine, ruhuna katıldığım için imzamı koydum. Barış fikrini on yıllardır desteklediğim gibi,  yine destekledim.

Kısacası, şahsıma ve imzadaşlarıma yönelik suçlamanın hemen düşürülmesini, hemen beraat kararı verilmesini istiyorum.

Bu konuşmamı yazana kadar “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzalayarak barışı desteklediğini belli eden binlerce insan arasından 650 dolayında akademisyen yargılandı.

Bu kadar insan kanunda yeri olmayan belirsiz bir suç yüklenerek, üstelik anayasada yazılı olan yani yasama, yürütme ve yargının vatandaşına taahhüt etmiş olduğu bir hak kullanıldığı için yargılandı.

Hepsi aynı iddianame, aynı mütalaa ile.

Çok ağır isnatlarla dolu, kabul edilmesi olanaksız ifadelerle beni ve sadece barış talebini bir imza ile dile getiren insanların suçlandığı bu iddianamenin heyetinizce kabul edilmiş olmasını ayrıca yadırgadım. Hakikatle alakasız, iltisaksız olan iddianamede yazılı olmayan bir suçtan ceza üretme amacı mevcut.

Suçlandığım fiil olarak “propaganda” terimine kısaca değinmek isterim. Yıllar boyunca metin yazımı dersleri vermeden önce bu işlerden geçimimi sağladım.

Gazetecilikte, halkla ilişkiler ve reklamcılıkta, radyo ve televizyonculukta, sinemada metin yazımıyla ilgili çeşitli derslerim oldu. Saydığım dersler propagandanın dolaylı/dolaysız aracı olduğu için, hemen her dönem bu konuyu öğrencilerimle değerlendirirdim.

Tıpkı ifade özgürlüğü hakkında hemen her dönem topluca tartıştığımız gibi, neyin propaganda sayılabileceği, neyin sayılamayacağı da yoğunlaştığım konulardandır. Yani bir propaganda okur-yazarı sayılabilirim.

Tıpkı reklam gibi, propagandanın da temel özelliklerinden biri, yinelenmesidir. Çünkü yalnız bir defa söylenen söz, propagandanın temel amacı olan, hedef kitlede tutum, düşünce ve inanç değişikliği yaratmakta çok ama çok acizdir, yok hükmündedir.

Hele toplumsal hastalığımız olan unutkanlık düşünüldüğünde, bir kere söylenen bir sözün herhangi bir tutum, düşünce ya da inancı değiştirmesi beklenemez.

Hedef kitlesi siyasetçiler olan Bu Suça Ortak Olmayacağız başlıklı bildiri imzacılar tarafından sadece bir kez genel kamuoyuna ulaşmıştır. Bildirinin toplumdaki yankılanması, yinelenmesi ise sadece siyasetçilerin barış çağrımızı karalama niyeti ve gayreti kadar, yani karşıt düşünceyle (anti propaganda amacıyla) yinelenmesi suretiyle olmuştur.

Bir de maalesef, her bir imzacı için açılan davaların basında yer almasıyla, barış isteğimizin yargılanması dolayısıyla basında, fikrine, ruhuna ve amacına bakılmaksızın yer bulmuş ve bulmaktadır. Mevcut koşullarda çağrımızın toplumda yarattığı etkiyi, tutum, düşünce ve inanç değişikliğini ölçme olanağı ise yoktur.

Dolayısıyla, basitçe anlaşılabileceği üzere, iddianamenin tezini inşa ettiği propaganda oluşmamıştır. Yani iddianame kendi iddiaları nezdinde de yok hükmündedir.

Bu Suça Ortak Olmayacağız başlıklı metin, herhangi bir örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde propagandasını yapmamaktadır.

Metin yalnızca barış çağrısı yapmıştır. Hiçbir örgütle ilgili bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtma fiilinden söz edilemez. Bu bakımdan yöneltilen suçlamaya dayanak gösterilen Terörle Mücadele Kanunu’nun da kapsamında ele alınması abestir.

İddianame zaten bir dizi kanaat ve varsayımdan oluşmaktadır, makamınıza tek bir kanıt sunmamaktadır.

Varsayalım ki, 2016 yılının Ocak ayında bir bildiriyi imzalamak suretiyle propaganda yaptık. İçişleri Bakanı daha bir-iki hafta önce, “Kandil’de kala kala 700 terörist kaldığını” açıkladı. Bu doğru ise, iddianamede işaret edilen amaç hâsıl olmamış demek değil midir?

Bazı mahkemelerde yargıçların meslektaşlarıma, barış isteyenlere yönelttiği soru olan, söz konusu bildiriye neden imzamı koyduğum meselesine gelince. Bildiriyi neden desteklediğimi bütün samimiyetimle açıklamak istiyorum.

Annem 90 yaşını biraz aştı. Onun yaşamını kolaylaştırmak için haftanın hemen her günü, birlikte uzunca zaman geçiririz. Haftanın en az iki günü, annem bundan yaklaşık yarım asır öncesine gider ve o gün rahmetli babamın elini nasıl tuttuğumu hatırlar, anlatır.

Ailemin hayatındaki en önemli dönüm noktası, belki de, babam elindeki demir maşayla annemi döverken, o ergenlik çekingenliğime, güçsüzlüğüme rağmen, “yeter, vurma artık” diyerek babamın bileğini tutup, dayak atmasını önlediğim andır. Annem bugün bile nasıl cesaret ettiğimi sorar bana, rahmetliden nasıl korktuğumu bilir çünkü.

Çekingen hatta korkak çoğunluktan biri olmama karşın haksızlıkla ve vicdansızlıkla ilgili konularda yukarıdakine benzer pek çok anım vardır, burada zikrederek kibir göstermekten imtina ederim. Fakat bu davranışımı açıklayan bir kavram var. Ding an sich, yani "kendinde olan şey".

Bizim siyasal İslamcıların ferdiyetçilikle bağdaştığı için pek sevmediği bir düşünür olan Immanuel Kant felsefesinde fenomenin ötesindeki bilinemez ve tanımlanamaz “gerçeklik”, “gerçek bilgi” manasındadır “kendinde olan şey”. Bilginin imkânı ya da imkânsızlığına yönelik düşünceler çerçevesinde, “özne'nin ilişki kurduğu nesne”nin görüntüsünün ardındaki gerçek özünü tanımlamaya yöneliktir.

Bir kavram olarak “kendinde olan şey”, kabaca, hepimizin doğumdan itibaren taşıdığı varoluşsal özü ifade eder. Herhangi bir varlığın algımızdan bağımsız, kendi içinde oluşan şeydir.

Kimi düşünür bunu öznenin sahip olduğu vicdan ile ilişkilendirir. Kimi, bunu bir eşiğin aşılması, tahammül, sabır, yaşam enerjisi, hırs, tutku gibi yeni kavramlarla eşleştirerek anlatır. İnsan davranışını anlamaya yönelik çabalardır bunlar.

Vicdanımın ışığında “kendimde olan şey” diğer her türlü bilgi birikimimden azade olarak Bu Suça Ortak Olmayacağız metnini imzalamama neden olmuştur.

Aynı biçimde, saygıdeğer heyetinizin “kendinde olan şey” nedeniyle bu –yakıştırmamı mazur görün- “sanki iddianameyi” kabul etmiş bulunmaktasınız. Derkenar olarak, Kant der ki: “Adalet dünyadan kalkarsa insan yaşamına değer verecek hiçbir şey kalmaz.”

Kant bu konudaki düşüncelerini ve görüşlerini "Saf Aklın Eleştirisi" isimli eserinde belirtmiştir.

Bu Suça Ortak Olmayacağız metninden önce ve sonra pek çok çağrıya, dilekçeye, kampanyaya imza verdim. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Vakfı, Çocuk Hakları, Hayvan Hakları, çevre, nükleer karşıtlığı, kadın hakları ve cinayetleri, şiddetin önlenmesi gibi konularda kimi kurumsal, kimi kişisel kampanyalarda yüzlerce belki binlerce yerel ve uluslararası listede imzam vardır.

Bu imzaların tümünde barışçıl amaçlar odaktadır, yaşamdan yana tutum ön plandadır. Bu imza kampanyalarının neredeyse tümü siyasi otoritelerin tutum ve yönelimlerinde değişiklik yapılması amacını gütmüştür.

11 Ocak 2016 tarihinden önceki ve sonraki destek imzalarımın hiçbirinden tarafıma ya da bir başka şahsa, kuruma bilebildiğim kadarıyla dava açılmadı. Yargılanmakta olduğum dava ise, besbelli siyasi gerekçelerle açılmıştır ve bu alanda ilk örnek sayılabilir.

Sayın yargıç, sayın heyet,

Benim aldığım eğitime göre, devlet, kendi yasama organının oluşturduğu yasalara, kendi yürütme organı dâhil, her bir unsuruyla öncelikle kendisi uyar, uymalıdır. 

Her bir kurum, mevki, makam, teşkilat, Anayasa’nın ve yasaların çizdiği kural ve sınırlara uyarak hareket etmek zorundadır. Bir devleti saygın yapan şey, herhalde kendi oluşturduğu yasalar çerçevesinde ne ölçüde kaldığı ile doğru orantılıdır.

Anayasamız, devleti, hükümeti, en yüksek makamından en alttakine kadar vatandaşlarının yaşam hakkına, can güvenliğine saygı göstermesini emreder. Bir hükümet, aynı zamanda vatandaşlarının beslenmesi, eğitilmesi, sağlıklı ve esenlik içinde yaşamasını temin etmekle de mükelleftir.

Eğer bir gün örneğin, emir alarak, yanlışlıkla yahut kişisel intikam dürtüleriyle hareket eden bir resmî görevli, içinde bulunduğu zırhlı aracın topunu tüfeğini, ülkesinin sınırlarındaki bir yerleşim yerinde rasgele ve keyfi olarak ateşleyip evinin mutfağında kahvaltı eden anne ve çocuklarının ölümüne, yaralanmasına neden olmuşsa ve bu davranışı sadece onaylanmakla kalmayıp bir de madalya ile ödüllendirilmişse diğer vatandaşlar ne düşünecektir sizce?

Örneğin, bir gencin cesedi ayak bileklerinden zırhlı araca bağlanıp sokak sokak sürüklenerek parçalanmışsa insanlığımız hangi noktaya gelmiş demektir?

Bu Suça Ortak Olmayacağız başlığı altındaki metni ben bir barış çağrısı olarak okuyorum. Siz bunun bir propaganda olduğunu ileri süren niyet okuma metnine itibar ediyorsunuz ama inanın yanılıyorsunuz. Onlarca yıldır ölümlere ama en acı ölümlere tanık olmuş bir insan olarak sözlerimi değerlendirin lütfen.

Asker ve polis şehitlerimiz oldu, yakınlarımız… Maraş’ta, Sivas’ta katliamlar oldu, canlarımız. Her gün vahşice öldürülen kadınlarımız, çocuklarımız oldu, çocuklarımız. Bu ülke iş cinayetlerinde, tren kazalarında, çevre katliamlarında, havayı, suyu, toprağı zehirleyerek nice yaşamların söndürülmesinde de birinciliği kimseye bırakmıyor.

Bu ülkenin evlatlarının nasıl ölümlere mahkûm edildiğini bir anımsayın. Siyasi otorite Anayasamıza göre tümünün canını korumakla mükellef, bunu temel yasasının en başına kendisi yazmış.

Benim “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metinde okuduğum canımızı, canlarımızı koruyun, kendi mevcut hukukunuza uyun çağrısıdır. Bu çağrı, bir barışsever olarak imzaladığım dönemin koşullarında uzun uzadıya düşünmeye gerek duymadan destekleyeceğim özellikte bir metindir.

2015 yılının ortalarında başlayıp yaklaşık dokuz ay süren bu can yakıcı dönemde olan biten her şey hakkında hem ulusal, hem uluslararası bilgilere, haberlere, raporlara kolayca ulaşılabilir. Nitekim avukatımın sunduğu belgelerden bir kısmı söz konusu dönemde hazırlanmış raporlardır.

Kanımca, bu raporlarda ele alınan hukuksuzlukların, yasa, ahlâk, kural tanımayan davranışlarının sorumlularının yargılanmasını talep eden metni imzaladığımız için burada yargılanıyor olmamız da siyasi otoritenin tutumunda bir değişiklik olmadığını gösteren bir çelişkidir.

Bizzat iddianamenin kendisi, anılan dönemde siyasi otoritenin yüzde yüz haklı olduğunu defaten vurgularken, o dönemde, o bölgede -Anayasaya, yasalara uygun veya uygunsuz- olayların yaşanmış olduğunu, can kayıplarını alenen kabul etmiş olmaktadır.

Sayın yargıç,

Suçsuzum. Beraatimi, beraatimizi talep ediyorum.

Hakkımda vereceğiniz beraat kararı, benim gibi yargılanan imzadaşlarımı da, hakkında hüküm verilmiş olanları da etkileyecektir kuşkusuz. Beraat kararınızla belki binlerce davayı etkilemiş olacaksınız.

Bu sayede Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 126 ülke arasında 109'uncu sıradaki yerimiz değişecek ve belki birkaç basamak yükselmemize vesile olacaksınız.

Daha önemlisi, barış çağrısının yargılanıyor olmasından doğan umutsuzluğu kırmaya vesile olacaksınız.

Suçsuzum. Beraatimi, beraatimizi talep ediyorum. Son sözüm budur.

(İE/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/206109-irfan-eroglu-nun-beyani