Yasemin Özgün'ün Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
25.06.2019

"Sıklıkla suçun ne olduğu, kimlerin suçlu, vatan haini sayılacağına dair tanımlamaların değiştiği bir iklimde iddianamede yer aldığı biçimde hiçbir kanıta, belgeye, bilgiye dayanmaksızın niyet okumayla suç ve suçlu oluşturulmasını kabul edilemez buluyorum."

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nden Doç. Dr.Yasemin Özgün'ün Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 28. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz. 

Sayın İstanbul 28. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti,

Mahkemenizin 2018/42289 Esas sayılı dosyasında, hakkımda düzenlenen iddianameye karşı beyanlarımı sunmam isteniyor.

Bugün burada yargılanmamın nedeni "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisini imzaladığım için TMK 7/2 maddesinde terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak”la suçlanmamdır.

Bugüne kadar hak ve özgürlük ihlallerine dikkat çekmek, iktidara ya da devlete yönelik kimi talepleri dile getirmek üzere karar alma mekanizmasında bulunanlara ya da kamuoyuna yönelik olarak hazırlanan pek çok metne imza attım.

Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de ve diğer illerde gerçekleşen uzun ve aralıksız sokağa çıkma yasakları, çocukların öldürülmesi, cenazelerin yerlerde sürüklenmesi, buzdolabında saklanan cesetler gibi devletin güvenlik güçlerinin sivillere yönelik gerçekleştirdiği insan haklarına, barınma, beslenme gibi temel hak ve özgürlüklere aykırı tutumları ile ilgili haberleri basından izliyordum ve pek çok sivil toplum kuruluşunun, insan hakları örgütlerinin hazırladıkları raporlardan da öğreniyordum. 

Bütün bu hak ihlalleri karşısında bir ses çıkarabilmek için imza attım. Bildirinin şiddetin durdurulması ve kalıcı bir barışın inşa edilmesi için devlete seslenen acil bir çağrı görevi yerine getireceğini düşündüm.

Kaldı ki adil ve kalıcı bir barışın tesis edilmesinin toplumsal alanda yer alan pek çok gerilim hattının da ortadan kalkmasını sağlayacağını da düşündüm.

Bildirinin kamuoyuyla paylaşılmasının ardından insan hakları ve demokrasi karşıtı, hukuka uygun olmayan tutum ve tavırlardan biz barış akademisyenlerinin de fazlasıyla nasibimizi almaya başladığımız bir döneme girdik.

Diğer imzacı arkadaşlarımla beraber uzun bir hukuksuzluk süreci ve ona eşlik eden bize yönelik şiddet çağrıları içinde bulduk kendimizi: Hedef göstermeler, linç girişimleri, gözaltılar, ev aramaları, gazetelerde çarşaf çarşaf isimlerimizin, fotoğraflarımızın yayınlanması, televizyon kanallarında isimlerimiz okunarak hedef gösterilmelerimiz.

Hukuksuzluklarla dolu bu sürecin devamında 7 Şubat 2017’de 686 no’lu KHK ile 23 yıl 7 ay 10 gün çalıştığım Anadolu Üniversitesi’nden ihraç edildim.

Bir bilim insanı; demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesinden ve hukuk devletinden yana bir yurttaş; ikincilleştirme, nesneleştirme pratikleri karşısında kadınların mücadelesini, savaş, şiddet ve çatışmadan en çok etkilenenlerin kadınlar olduğunu bilen bir kadın akademisyen olarak barış talebinde bulundum.

İddianamenin hukuki dayanıksızlığına ilişkin savunmayı Avukatım ayrıntılı olarak yapacaktır. Sadece belirtmek istiyorum ki TMK madde 7/2’de; terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak eylemi suç olarak düzenlenmiştir.

Bu mahkemelerde yargılanan pek çok imzacı arkadaşımın ayrıntılarıyla belirttiği üzere kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen bu bildiri hiçbir biçimde bir örgütün şiddeti ya da şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini öven bir içeriğe sahip değildir.

Metin temel insan haklarının korunması gerekliliğine işaret ederek, barışçıl ve güvenli bir yaşam ortamı talebinde bulunmakta; özellikle çatışma ortamında yaşayan sivil halkın “anayasa ve taraf olunan uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hak ve özgürlüklerinin elinden alınmasına” bir karşı çıkış sergilemektedir.

Belirtmem gerekir ki, yaşanan acılar karşısında bir tek kişi daha ölmesin, kuşundan köpeğine, böceğine kadar bir canlı daha yok olmasın, tarihsel mirasımızı oluşturan yapılar harap olmasın düşüncesiyle tarihin belli bir anında barış talebiyle internet üzerinden atılan bir imzada buluşan ve çoğunlukla adliye koridorlarında birbirlerini ilk kez görüp yakınlaşan, dayanışan 2212 barış imzacısından biri olarak hiçbir delile dayanmaksızın ismini ilk kez iddianame ile beraber duyduğum Bese Hozat’ın talimatıyla hareket ettiğim iddiasını hukuksuz olmasının yanında son derece mantık dışı buluyorum.

Siyaset bilimi alanında çalışan bir akademisyen olarak biliyorum ki siyasetin üzerine oturduğu demokratik temellerin gelişmemiş olması, gerçek bir hukuk devletine sahip olamayışımız ve toplumda sınıfa, cinsiyete, etnik köken ve mezhebe dayalı farklılıkları bir zenginlik olarak görmek yerine üstünlük ya da zayıflık gerekçesi olarak kuran ve güçlüye istediğini yapma, istediğini düşman ilan etme, her türlü hukuksuzluğu arkasına alma hakkını veren bir siyasal sistemi de beraberinde getiriyor.

Sıklıkla suçun ne olduğu, kimlerin suçlu, vatan haini sayılacağına dair tanımlamaların değiştiği bir iklimde iddianamede yer aldığı biçimde hiçbir kanıta, belgeye, bilgiye dayanmaksızın niyet okumayla suç ve suçlu oluşturulmasını kabul edilemez buluyorum.

Söz konusu barış bildirisinin imzacısı olarak, Anayasa’nın 26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. ve Medenî ve Siyasî Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 19. maddelerinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü hakkımı kullandım.

Kaldı ki Akademisyenlerin düşünce ve ifade özgürlükleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 27 ve 130. maddelerinde de düzenlenmiştir. Akademik özgürlük ile düşünce özgürlüğü arasında kopmaz bir bağ vardır. Bu bağ aynı zamanda yurttaşlık hakkının korunmasının da güvencesidir. 

Bunun sonucu olarak akademik özgürlüğün, üniversitenin işlevinin gerçekleştirilebilmesi için, öğretim üyelerinin yetkililere veya belirli siyasi gruplara rahatsızlık verme pahasına, fikir, bilgi ve olguları iletme haklarının baskı altına alınmaması, işlerini kaybetme ve hapis cezası gibi bir müeyyide ile karşılaşmamaları gerektiği kabul edilmektedir (Bkz; ATALAY, Esra (İÜHFM C. LXVIII, S.1-42, S. 3-42, 2010)

Sonuç olarak burada saydığım gerekçelerle bana isnat edilen suçu kabul etmiyorum ve beraatimi istiyorum.

(YÖ/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/209757-yasemin-ozgun-un-beyani