Elif Demirkaya'nın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
23.09.2019

"Dili, dini, ırkı, cinsiyeti, etnik kimliği ve sınıfsal konumu ne olursa olsun her türlü yaşam değerlidir. Yalnızca yaşamayı değil aynı zamanda iyi yaşamayı talep etmeye de hakkımız vardır; her kim olursak olalım, hiçbirimiz “güvercin tedirginliği” içinde yaşamayalım diye."

Arel Üniversitesi'nden Arş. Gör. Elif Demirkaya'nın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

(Demirkaya beyanını 27 Eylül 2018'deki ikinci duruşmasında mahkemeye sunacaktı. Ancak mahkeme o gün TCK 301'den soruşturma izni istemeye karar verdi. Soruşturma izni gelmeden AYM'den hak ihlali kararı geldi ve Demirkaya beyanını sunamadan celse arasında beraat etti.)

Bugün burada bulunma sebebim, 11 Ocak 2016 tarihli bildiriyi imzalamak suretiyle Terör Örgütü Propagandası yaptığım iddiasıdır. İçinde bulunduğumuz koşullar göz önünde bulundurulduğunda, her an herkes bu iddia ile yargılanabilir vaziyettedir. Bunun için kişinin mevcut politikaları eleştirmesi ve bu politikaların belirlediği “makbul vatandaş” kategorisinin dışında kalması yeterli gözükmektedir.

Öyle ki, bu kriminalizasyon ya da suçlu yaratım süreci dâhilinde, amaçları birbirleriyle çelişen farklı örgütlerin propagandasını yapmaktan aynı anda sorumlu tutulmanız dâhi mümkündür. Zira iddialar hukukî değil, politik bir zeminde keyfiyetle temellendirilmektedir. Yargı süreci ise bağımsız ve adil bir şekilde işlememektedir.

Benden önce de defalarca belirtildiği üzere, yalnızca sanık isimleri değiştirilerek birbirinin kopyası olarak hazırlanan iddianamelerde maddi hatalar bulunmakta, varsayımlar üzerinden hareket edilmekte ve isnat edilen suçu kanıtlayacak somut deliller sunulmamaktadır.

İçinde bulunduğumuz koşullardan kastım, 2015 yazından bu yana sürdürülen çatışma sürecidir. 7 Haziran seçimlerini takip eden dönemde çözüm süreci sona erdirilmiş ve daha önce de nesiller boyu ısrarla devam ettirilen savaş politikalarına geri dönülmüştür.

Kürtlerin yaşadıkları yerler ağır silahlarla tahrip edilmiş, yüzlerce sivil yaşamını kaybetmiş, hayatta kalanların ise yas tutma imkânları ellerinden alınmıştır. Bu hak ihlalleri halen devam etmekte, sorumluları ise cezasızlıkla ödüllendirilmektedir.

Türkiye nüfusunun belli bir bölümü, marjinalize edilmekte, “millet”in varlığına tehdit unsuru olarak kurgulanmakta, insandışılaştırılmakta, suçlu ilan edilmekte ve böylece de yaşamları harcanabilir kılınmaktadır. Hatta denebilir ki, yaşamları yaşamdan sayılmamaktadır.

Ulusal güvenliği sağlama gerekçesi ile bu nüfus üzerinde her türlü şiddetin uygulanması meşrulaştırılmaktadır. Hepimizin korumakla yükümlü olduğu insan, hayvan ve yeryüzünün yaşamsallığının her şeyden öncelikli olduğu unutulmaktadır.

Söz konusu bildiriyi işte bu koşullarda, uzun sürmüş bir tanıklığın ağırlığı altında imzaladım. İmzaladığım bildiri benim nazarımda, hangi yaşamların gözden çıkarılabilir olduğuna ve kimlerle duygudaşlık kurup kimlerle kuramayacağımıza karar veren, yalnızca kendi hakikatini tanıyan ve onu dayatan, hınçla ve intikam duygusuyla şekillenen bir yönetim anlayışına alternatif olarak barış ve şiddetsizlik zemini üzerinde inşa edilecek bir politik düzleme çağrıdır.

Tehdit ve sansür yoluyla, bir arada yaşayan insanları birbirine düşman etmek ve “ya bizden yanasınız ya da teröristlerden” demek, şiddetsizlik üzerine konuşma ihtimalini ortadan kaldırdığı gibi, korkunun da bir yönetim biçimi haline gelmesine sebep olmaktadır. Kısacası, bildiriyi imzalama amacım, yaşamsallığın öncelikli olduğunu hatırlatmaktır.

Dili, dini, ırkı, cinsiyeti, etnik kimliği ve sınıfsal konumu ne olursa olsun her türlü yaşam değerlidir. Yalnızca yaşamayı değil aynı zamanda iyi yaşamayı talep etmeye de hakkımız vardır; her kim olursak olalım, hiçbirimiz “güvercin tedirginliği” içinde yaşamayalım diye.

Ayrıca belirtmek isterim ki, bu ülkede barış talep edenler, ne bu bildiriyi imzalayan 1128 kişiden ne sonrasında bildiriyi imzalamaya devam eden yüzlerce akademisyenden ne de yeni barış bildirileri hazırlayan farklı meslek gruplarına mensup imzacılardan ibarettir.

Bildirilere erişim imkânı olmayan, erişim imkânı bulsa bile yaratılan korku ve keder ikliminin etkisiyle imzalamak istemeyen ya da herhangi bir bildiriyi imzalamayı tercih etmeyen ancak farklı politik ifade yollarıyla barış istemeye devam eden sayılamayacak kadar çok insanla beraber yaşamaktayız. Bu istekler, birilerinin talimatıyla ortaya çıkmaz.

Savaşlar emirlerle ve talimatlarla işleyebilir ancak barış talep etmenin herhangi bir talimata ihtiyacı yoktur. Barış içinde yaşama arzusu, insanlar arasında hem tekil hem de çoğul olarak dalga dalga yayılır.

Ne belirli bir örgütlenme çatısı altında ne de tek bir kimlik altında toplanabilir. Dolayısıyla hayır, bildiriyi imzalarken kimseden talimat almadım; zira belirttiğim üzere ortada talimat gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. İmzacılar olarak hiçbir konuda aynı düşünmüyor ve beraber hareket etmiyor da olabiliriz. Burada bizi çokluk olarak buluşturan tek şey barış istiyor oluşumuzdur.

Bu isteğimizi kamusal alanda dile getirerek ifade özgürlüğümüzü ve etik farklılaşma hakkımızı kullandık. Ne herhangi bir örgütün adını andık ne de şiddete çağrı yaptık. Barış içinde beraber yaşamayı talep ettik. Talepleri dikkate almaktansa talep edenleri cezalandırmanın adil olmayacağı ise aşikârdır.

Tüm bunlar ışığında, tarafıma isnat edilen suçu kabul etmiyor ve beraatımı talep ediyorum. (ED/TP)

Kaynak: http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/213403-elif-demirkaya-nin-beyani