Paris’i bırakıp niye döndün Meral?

Yazar / Referans: 
Sibel Köklü, Yurt Gazetesi
Tarih: 
08.04.2016

Herhangi bir suçtan dolayı aranıyor olsanız, hayatınızı kaçak da olsa Paris’te sürdürmeyi mi tercih ederdiniz? Yoksa tutuklanacağınızı bile bile Türkiye’ye dönmeyi mi?

Bu kadar açık ve net bir soruyla karşılaştık geçtiğimiz günlerde...

Paris, kuşkusuz Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri. Dolayısıyla belki de milyonlarca kişinin gözünü bile kırpmadan yaşamayı tercih edeceği bir yer...

Eyfel kulesi, Champs-Elysees (Şanzelize) Caddesi, Zafer Takı, ünlü Concorde Meydanı, Notre Dame Katedrali, sokak ressamlarıyla ünlü Montmartre, turistlerden kaçan bohem Fransızların yaşadığı Saint Germain, ünlü Mona Lisa ve İsa’nın Son Akşam Yemeği tablosu ile şehre gelen herkesin ziyaret ettiği Louvre Müzesi...

Saymakla bitmez...

Paris aynı zamanda Fransız İhtilali’nin, özgürlük-eşitlik-kardeşlik düşüncesinin de merkezi...

1789’da başlayan devrimin, Fransa'daki monarşiyi yıkıp yerine cumhuriyetin kurulmasının ve kilisenin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasının adı.

Hatta dünya tarihinde bir dönüm noktasıdır.

Paris’teki Père Lachaise (Per Laşez) mezarlığında Fransa'nın en ünlü simalarının yanında bizim Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’mız uyur. Memleket hasretiyle yanıp tutuşmuş bir daha geri dönememişlerdir.

İlk kez Paris’e gittiğimde ben de bir an önce dönmek istemiştim. Ne dilleri benzer bize, ne yemekleri... Bütün tarihsel ve kültürel birikimine rağmen, Fransızların dil konusunda bu kadar milliyetçi olması şaşırtıcı.

Bazılarına İngilizce soru sorarsınız, anlamasına rağmen Fransızca cevap verir. O derece bağlıdır kendi diline. 

En şık restoranlarındaki yemekleri, bizim çocukken deniz kenarında toplayıp oynadığımız ama asla yemediğimiz bir tür midyedir.

Vakti zamanında Mc Donald’sları nasıl protesto ettiklerini hatırlayın. Fransız köylüsü de ithal ürüne karşı yerli üretimin desteklenmesi için her daim ayaktadır.

Paris’te yaşam inanılmaz pahalıdır, hele göçmenseniz bir yandan orada kalabilmek için çırpınır durur, bir yandan da üç kuruş parayla geçinmeye çalışırsınız.

1 Mayıs’ları tatsızdır. Kavga bile çıkmaz. Ellerinizde bayraklar, şarkılar, yürür gider, olaysız dağılırsınız.

Ama bizim memleket öyle mi ya?

Bırakın siyasi gündemi, günlük hayattaki şiddetin düzeyi aksiyon filmlerini aratmaz. Otopark kavgası yüzünden komşusunu karısıyla birlikte vurup öldüren şehir eşkıyalarının ülkesidir burası, hem de iki küçük çocukları yataklarında uyurken...

Bir toplantı salonunda, kürsüdeki kadın konuşmacıyı “Bizim kadınlardan öğrenecek bir şeyimiz yok” diye zorla kürsüden indiren iğrenç zihniyetin ülkesidir.

Gece yatağında uyuyan karısının üzerine kaynar su döküp haşlayan kocayı, kadın ölmedi diye serbest bırakan adaletin...

Büyük şehirlerde patlayan bombaları, Güneydoğu’da yakılıp yıkılan ilçeleriyle günde en az 10 kişinin öldüğü bir kabusun içindeyiz...

İnsanlığa dair umudumuzun giderek azaldığı bugünlerde, Paris’ten dönüp geldi Meral, moral verdi hepimize...

Barış Akademisyenleri’nden Meral Camcı, Paris’teyken hakkında çıkarılan gözaltı kararını duyunca, tutuklanacağını bile bile Türkiye’ye gelip cezaevine girdi. Arkadaşlarıyla aynı kaderi paylaşmak için. Cezaevini Paris’e tercih eden kadın olarak da Türkiye demokrasi mücadelesi tarihine geçti... Öğrencilerini şikayet edip gözaltına aldıran üniversite hocaları varken, nasıl geçmesin?

Cezaevinden bir de mektup göndermiş Meral, içinde tek satırlık pişmanlık olmayan; “Siz dışarıdan biz içeriden, duvarları zorlamaya devam! Görünen o ki oldukça uzun zaman sürecek, olsun, tuğla tuğla ilerleyeceğiz. Dışarıda da içeride de yalnız değiliz” demiş. 

O kadar ihtiyacımız var ki bu duyguya... 

Hoşgeldin Meral!