#8Mart2020: Dünyanın Tüm Kadınlarının Güç Kazandığı Eşikteyiz

Yazar / Referans: 
Senem Timuroğlu, BirGün
Tarih: 
08.03.2020

İleride bugünleri tarih, dünyada 4. dalga feminist hareket olarak yazacak. Gelecek nesiller, dünya tarihine baktığında, dünya nüfusunun yarısının, erkek cinsiyeti altındaki tahakkümünden kendini geçen yüzyıllardan daha hızlı kurtardığı, özgürleştiğini görecek. Bu özgürleşmede tüm ülke kadınlarının uluslararası işbirliklerini, etkileşimleri, alışverişleri, protesto örgütleme yöntemlerini gözlemleyecek. Türkiye’ye baktığındaysa, dünya feminizmine hatırı sayılır bir katkısı olan, güçlü bir kadın hareketiyle karşılaşacak. Kültürden kültüre değişen, ataerkil gelenek ve göreneklerin ve erkekliklerin bu ülkedeki şiddetle sarmalanmış sert tezahürlerini acıyla okuyacaklar. İçinden geçtiğimiz bu tarihi günlerde, biz bu coğrafyanın kadınları, her gün erkekler tarafından öldürülen hemcinslerimizi toprağa verirken yasımızı içimizin en derinlerinde, gözyaşlarımızı içimize akıtarak, kalbimizde taş gibi ağır bir hüzünle yaşarken, gelecek nesiller, bu hüzünden, itiraz gücünü yeşerttiğimize tanık olacaklar. Umarım, gelecek nesillere, itirazımız ve örgütlü öfkemiz, şiddetten temizlenmiş, eşit, adil ve özgür bir dünya bırakır.

Ancak bugün, kadınlar her ay, katledilen kadınların yiten yaşamlarının acısını, yalnızca feminist bilinçteki örgütlü kadınlarla birlikte taşıyor. Bir yandan büyük bir yalnızlığın içinde, kadınlar kadınların yurdu oluyor. Ne kendine insan hakları savunucusu diyenler ne aydın diyenler, kadın cinayetleri, ne de İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması konusunda, canla başla sesini çıkarıyor, politik bir mücadele örgütlüyor. Kadın cinayetleri, sadece kadınların sorunuymuşçasına, etrafındaki katliama gözünü, vicdanını kapamış, kendine entelektüel/aydın/yazar/şair diyen bir topluluğun ortasında, kadınlar yapayalnız ama oldukça güçlü ve etkili bir biçimde her mecrada örgütleniyorlar. Kadın cinayetleri bu yüzyılda insanlığın turnusol kâğıdıdır. İnsanın “erkek” olduğunun en büyük göstergesi olmuştur.

İnsan erkeğin dünyayı bugün getirdiği durum, nüfusunun yarısını ekonomik, hukuk, din, eğitim, edebiyat, tarih, sanat, kültür, politik ve toplumsal alanlarda baskı altına almanın, bu alanlara girişini engellemenin, bu alanlarda eşit haklar vermemenin, emeklerini sömürmenin, bedenlerini denetlemenin; yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yüzyıllık sonucudur. Kadınların bedenleri, cinselliklerine el konmakta, duygusal ve fiziksel tüm emekleri sömürülmektedir.

Bu tahakküm, fetih, işgal, elde etme, sömürme zihniyeti, tüm dünya erkekliklerinde ve politikalarında farklılıklar içermekle birlikte ortaktır. Bu bilincin politik karar mekanizmalarındaki yansıması, dünyada erkek cinsiyetinden farklı tüm ötekilerin maruz kaldığı şiddet boyutudur. Yani, kadınlar, LGBTİ bireyler, çocuklar, hayvanlar ve doğa, erkek şiddetine maruz kalmaktadır. Bunun sonucu, savaşlar, kadın katliamı, kadın, çocuk taciz ve tecavüzleri, hayvanların ve doğanın katliamı, iklim krizi, mülteciler ve son olarak vahşi yaşamı da fethetmeye kalkanca, vahşi hayvanların insana verdiği bir karşılık olarak salgına dönüşen “vahşi virüsler”. Bu dünyanın geldiği noktada büyük sorumluluğu olan insan (erkek), “öteki” gördükleriyle birlikte, kendini de yok etmektedir. Yaşamı değil, ölümü, savaşı, şiddeti kutsayan bu eril sistem, cinsiyetlerden bağımsız her bireye nükseden, zehirli/toksik bir bilinçtir.

Bu dünyanın en kırılgan, en yalnız, en büyük azınlığı kadınlar ve kız çocuklarıdır. Kadınlara ve kız çocuklarına karşı şiddet, en yaygın, en yıkıcı, en göz yumulan insan hakları ihlalidir. En varlıklı ülkelerden en yoksuluna, dünyada, BM Kadın Cinayetleri 2019 raporuna göre, 15-49 yaş arasındaki her 5 kadın ve kız çocuğundan biri, yakınları tarafından cinsel ve fiziksel şiddet görmektedir. Bu rapora göre kadınlar için en tehlikeli yer kendi evleri. Avrupa’da Fransa ve Almanya en çok kadın cinayeti işlenen iki ülke. Yine Avrupa’da insan kaçakçılığının yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Uluslararası Af Örgütü'nün araştırmaları sonucunda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda yol kat etmiş Kuzey Avrupa ülkelerindeyse, örneğin tecavüz suçunun cezalandırılmasında, mağdurun direnip direnmemesi gibi nedenler belirleyici oluyor. Türkiye’de 2019’da 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Tüm bu şiddet, cinsiyete dayalıdır. Dolayısıyla, dünyada, Fransa’da “feminicide” olarak adlandırılan bir “cinskırım”’la karşı karşıyayız. Raporların bize gösterdiği hakikat kadınların bu dünya üzerinde kendilerini güvende hissedebilecekleri bir yerin olmadığı; bu dünyada kadın olmak, yersiz yurtsuzluktur. Televizyon kanalları güncel siyaset üzerine çözümsüz tartışmalarla zaman harcayadursun, medya farkındalık yaratmaktan uzak, cinsiyetçi, şiddet dolu dilini yeniden üretedursun; kadınlara yönelik programlar, diziler kadın düşmanlığı ideolojisini yaymaya, kadına yönelik şiddeti normalleştirmeye, kadınların insan olmadığı, emeklerinin sömürüldüğü, tahakküm altında, erkeklerin çıkarına hizmet ederek bir ömür tükettikleri gerçekliğini gizlemeye dursun, iyi ki hakikate uyanmış kadınlar var!

İşte erkekliğin edebiyat yapıtlarına taş çıkaran bu distopyasında, son on yılda dünyanın en büyük azınlığı, her sınıftan, her dilden, dinden, milletten, ırktan biz kadınlar, sesimizi daha gür duyurmaya başladık; tahakküme itiraz etme bilincimiz uyandı; özgürlük mücadelemizi evlerimizde, iş yerlerimizde, sokaklarda daha hızlı örgütlüyoruz. Sosyal medya aracılığıyla dünya kadınları, farklılıklarıyla yan yana ortak çıkarları için küresel çapta mücadele pratikleri örgütlüyor ve yaygınlaştırıyor. Metoo’dan Las Tesis’e bir ortak bilincin farklı biçimlerde tezahürüyle yükseldiği ve dalga dalga dünyanın tüm ülkelerindeki kadınlara güç verdiği önemli bir tarihi eşikteyiz. Kadınların özgürlüklerini, akıllarını, bedenlerini, iradelerini teslim etmeleri karşılığında, güvende hissetmek, yaşamlarını kolaylaştırmak için, erkeklerle yüzyıllardır yaptıkları işbirliği, anneannelerinden annelerine aktarılan “ataerkil pazarlık”, artık çözülüyor. Özellikle genç kadınlar, tüm zorluklara rağmen özgürlüklerini tercih etmeyi seçiyor; kendi yaşamlarının kontrolünü ele alma gücünü kendinde buluyor. Erk’in incelikli şiddet biçimleri hakkında bilinçlenerek kendi benliğini korumaya, sınırlarını keşfederek, gücünü ataerkil aile kurumunun pratiklerini taşıyan ebeveynlerine teslim etmeye itiraz ediyor. Kadınlar güçlendikçe, ataerkinin dört koldan yaşamlarımızı saran kurumları da sarsılmaya başladı. Bu dönüşüm, artık denetimi sağlayamayan, ayrıcalıkları elinden alınmaya başlayan bazı erkekleri rahatsız ediyor. Ataerkil yapı kadınların gücü karşısında sarsıldıkça, hırçınlaşıyor. Kontrolü ele geçirmek için şiddetini giderek artırıyor. Ancak bu şiddete karşı, kadın örgütlenmesi ve yeni nesil erkeklik de günden güne giderek o kadar büyüyor ki, bu yapının son çırpınışları olduğunu düşünüyorum. Feministler, tüm dünyanın, tüm canlıların özgürleşmesi, şiddetsiz, adil ve eşit ilişkilenme biçimlerinin doğması için kim ne derse desin, ileride daha iyi anlaşılacak öncülerdir ve inanın düşlerimizdeki dünya hiç de uzak değil.

Kaynak: https://www.birgun.net/haber/8mart2020-dunyanin-tum-kadinlarinin-guc-kaz...