‘Dislike’ Esasen Bir İfade Özgürlüğü Sorunu

Yazar / Referans: 
Ceren Sözeri, Evrensel
Tarih: 
28.06.2020

Bugün iki milyon 433 bin 219 aday üniversiteye girmek için sağlıklarını riske atan bir ortamda ter döküyor.  Yaşadıkları stres geçmiş yıllara oranla çok daha yüksek, iklim çok daha umutsuz. Çok azı istedikleri bölümü tutturabilecek, pek çoğu kaderine razı olup puanının yettiği bölümde birkaç yıl zaman geçirecek, pek azı ufkunu genişletebilecek, hemen hepsi gelecek kaygısı taşıyacak, çok küçük bir azınlık yurt dışında şansını deneme ‘fırsatı’ bulacak. Ayşen Şahin’in geçen haftadeneyiminden de yola çıkarak dile getirdiği gibi  “Özgürleşirsek, özgürleşirler, yollarını açmak zorundayız, o yollar sınır ötesi olmak zorunda değil.”

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) salgın sürecinde diğer kurumlardan çok daha hızlı biçimde online eğitime geçti. Bunu da bir başarı olarak hanesine yazdı. Öğrencilerin bir kısmının bu eğitimleri takip edecek bilgisayar, telefon gibi donanımları yoktu, kimisinin bu dersleri takip edecek kendisine ait bir odası dahi yoktu, kimisi çalışmak zorundaydı, kiminin psikolojisi bu durumu kaldıramadı. Onun da çaresi bulundu. Öğrencilere kayıt dondurma imkânı tanındı. Süreci derinlemesine analiz etmek ve katılımcı bir yöntemle çözüm yolları aramak yerine “işler aksamasın” mantığı yüksek öğretime de hâkim oldu. Bizler kenarda yeşil ışığı yanan, orada olduğunu varsaydığımız öğrencilere, aslında boş ekrana bakıp bir şeyler anlatmaya çalışırken anlattıklarımızın ne kadarının ulaştığını anlayamadık, soru sormaya cesaret edemeyen ama şüpheli gözlerle bakan öğrencileri yakalayamadık. Derse katılamayanlar mağdur olmasın diye derslerimizi kaydettik. Bundan önce birisi derse kamera yerleştirmeye kalksa itiraz ederdik, ama bu sürece biz de hazırlıksız yakalandık. Kimi öğretim üyesi yanlış anlaşılırım diye, kimi öğrenci kendisini doğru ifade edememekten çekinerek fikrini söyleyemedi. Üniversitenin olmazsa olmazı ifade özgürlüğü rafa kalktı, oto sansür evlerin içine yerleşti. Üstelik bunun geçici bir süreç olduğunu varsayarken üniversitelerde online eğitimin önümüzdeki dönemlerde de yaygınlaştırılacağına dair kararlar alındı. Yani salgın yarın ortadan kalksa bile sistem bu yeni durumu ‘beğendi’ ve sürdürme kararı aldı. Neden beğenmesin, pek çok ders ortak ders kapsamına alınıp açık öğretim mantığına evirildi. Bir lise öğrencisinin, örneğin Türkiye tarihine dair ortaöğretimde edindiği bilgilere şüpheyle yaklaşabileceği, bu bilgileri farklı kaynaklardan araştırıp sorgulayabileceği bir ortam tamamen yok edildi. Şöyle somutlaştırayım, amaçlanan, televizyonda Abdülhamit’i eleştiren, ona diktatör diyen Merdan Yanardağ’a soruşturma açılacağını bildiren RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in tweet’ine bakıp “Abdülhamid’i eleştirmek suç mu ki?” diye bile soramayacak bir öğretim sistemi.

Zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar 2014’te “Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu, ‘konumu itibariyle’ mucitler çıkaramadığını, bunun için gençlerini ara eleman olarak yetiştirmeye odaklanması gerektiğini” söylemişti. 2017’de Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, "Ara eleman yetiştirme meselesi, meslek yüksekokulu meselesi bizim ülkemizin en önemli ihtiyaçlarından biridir” dedi. AKP iktidarının, 2001 krizi sonrası bir umut yaratsa da, kısa sürede gençlere vaadinin “ara elemanla” sınırlı olduğu ortaya çıkmıştı. Her ile bir, hatta birden fazla üniversite açılmasının, o üniversitelerin CV’de üniversite mezunu görünmekten başka bir şey ifade etmediği biliniyordu. Zira o üniversite mezunu gençler köylerini, anne babalarının tarlalarını üniversite için terk ettikten sonra AVM’lerde tezgahtar oldular ya da çağrı merkezlerinde iş bulabildiler. Üniversite eğitimleri ancak oraya yetti. Her ne iş olursa olsun ‘devlete kapağı atmak’ bir güvence haline geldi. O yüzdendir ki Twitter bir anlamda ilgili makamı ‘mention’layarak kadro talep etmenin bir aracı oldu. Bekçilik örneğin yeni mezun gence olağanüstü yetkiler vermek suretiyle kamu barışını tehdit eden bir kurum haline dönüşebilir, dönüşecektir de ancak yeni mezun bir genç için en az dört bin lira maaş ve iş güvencesi demek. Ve AKP’nin gençlere artık bundan öte bir vaat sunması mümkün değil.

Ancak bu deniz de bitti. Cumhurbaşkanı Erdoğan Cuma günü gençlerle bir video konferans yaptı. O gençlerden biri Rizeli Umut Çorbacı “Eskiden üniversiteye gitmek, diploma sahibi olmak değer verilen bir şeydi bugün diploma sahibi olmak aynı değeri görmüyor” dedi. Erdoğan önce üniversite öğrenci sayısının 1 milyon 600 binlerden 8 milyona dayandığını söyleyip sanayide ve tarımda ara eleman açığına dikkat çekti. Yani arkasında Rize Anadolu Lisesi kaşkolünü gururla asmış Çobacı'ya "Her üniversite mezununun kamuda istihdam edileceği gibi bir yanlışa da düşülmemesi gerektiği” uyarısını yaptı. Ardından “Asıl istihdam özel sektörde, gençlerden geleceklerini özel sektörde aramalarını istiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde her üniversite mezununa hemen iş hazırlığı diye bir şey söz konusu değildir. Örneğin dünyanın değişik ülkelerinde ara eleman diye bir konu söz konusudur... Biz kendi mesleğimizle bir ara eleman olarak adım attığımız zaman iş var” dedi. Çorbacı muhtemelen soru sormak için seçilmiş bir genç olduğundan, cevaba dair memnuniyetini belirten bir gülümsemeyle karşılık verdi, kaygısı geçmiş midir ya da bu soru vesilesiyle bir ikbal umudu doğmuş mudur bilemeyiz. Lakin bu video konferans, sorular ve cevaplarından ziyade izlenme sayısı hatta aldığı “dislike” yani gençlerin protestosuyla gündem yarattı. Üniversiteye giriş sınavının ertelenmemesinden şikâyet eden gençlerin Twitter TT’de en üst sıraya yükselmesi, “dislike” sayısının katlanarak artması, “Oy YOK” yazanların çoğalmasının ardından yorumların kapatılması muhalefette bir heyecan yarattı.

Önümüzdeki seçimde yedi milyona yakın gencin oy kullanacak olması siyasi partilerin iştahını kabartıyor. Babacan’ın DEVA partisi 140 Journos’tan medet umuyor, Saadet Partisi sosyal medya kampanyalarını gençlere teslim ediyor, Meral Akşener ben de buradayım diyor. Erdoğan’ın A Haber yerine Youtube’u tercih etmesi de bundan. Üstelik konuya o kadar bigâne ki gençlere sosyal medya denetimi vaat ediyor. AKP bu oyunun ilk ve en açık kaybedeni. Rol model olarak sunduğu karakterlerin arkasında baba ya da kayınpeder sermayesi var. Geçenlerde Youtube ve reyting başarısı nedeniyle öne sürdükleri Acun Ilıcalı, 90’ların yozlaşmış medya düzeninden gelip 2001 krizinin yırtanlarından. Bugünün Ilıcalı gibi “yetenekli” gençlerinin yırtma şansı yok. Bir başka deyişle Erdoğan’ın –sevmediğim tabirle– “Z kuşağı”na sunacağı hiçbir şey yok. Ancak aldığı “dislike”tan umut çıkarmak için de hiçbir somut işaret de yok. Bugünün gençleri kendilerini özgürce ifade etmek yerine başka yöntemleri tercih ediyorsa, başka siyasi partilerde sözünü söyleyemiyorsa bunun üzerine düşünmek gerek.

“Dislike” butonuna basan her el ‘genç’ olmayabilir, gençlerin bir kısmı derdinin salt bir “dislike”la çözülmeyeceğinin farkında olabilir. Bugünün gençlerine sosyal medyayla, ‘infulencer’larla ulaşma gayreti neoliberal siyasetin yozlaşmış bir sonucu. Aynı dille anlatmak gerekirse “imaj hiçbir şeydir susuzluk her şey”. Önce bir dinleyin, ifade özgürlüğü bu gençler için iş gibi, aş gibi bir ihtiyaç…

Kaynak: https://www.evrensel.net/yazi/86629/dislike-esasen-bir-ifade-ozgurlugu-s...