Akademi Tasfiye ve Kayyum Kıskacında (2) - Üniversiteler Özerk Olmalı

Yazar / Referans: 
Gülcan Dereli, Yeni Yaşam Gazetesi
Tarih: 
17.01.2021

 Prof. Dr. Ali Kerem Saysel ile Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk, üniversitelerin özerkliğini ve atamayı değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2 Ocak 2005’de AKP’den milletvekili aday adayı olmuş Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak ataması Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin tepkisini çekti. Üniversitelerine ‘kayyum rektör’ istemediklerini belirten öğrencilerin protesto eylemlerine Türkiye ve bölge kentlerinden de destek geldi. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlardan dolayı akademinin halini mercek altına aldık. Bu atama neden bu kadar tepkiye neden oldu? Dünyada böyle rektör atama örnekleri var mı? Akademinin şu anda içinde bulunduğu durum ne? Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile akademisyenlerin görevlerine son verilmesi üniversiteleri nasıl etkiledi? Üniversitelerde artan intihaller, liyakat sistemlerinin yıkılması, artan taciz ile kadın akademisyenlerin yaşadığı zorluklar, üniversitelerin neden özgür ve özerk olması gerektiğine dair birçok sorunun cevabını aradık. 4 bölümlük dosyamızın ilk bölümünde Batı’da üniversitelerin rektör atama mekanizmalarını karşılaştırmalı olarak Prof. Dr. Burhan Şenatalar anlattı. Bugün ikinci bölümde ise Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Ali Kerem Saysel ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (Univder) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk, üniversitelerin özerkliğini ele aldı.

Cumhurbaşkanı’nın Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasına ‘Kayyum rektör istemiyoruz’ diyen öğrenciler tepki gösterdi. Öğrenciler ve akademisyenler, rektörü kendileri seçmek istediklerini belirtiyor. Öğrenciler evlerine yapılan baskınla gözaltına alındı. Buna rağmen tepki sürüyor. Birçok kentte de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ve akademisyenlerine destek geldi. Siz, Bulu’nun Boğaziçi’ne atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Ali Kerem Saysel: Melih Bulu, tıpkı diğer devlet üniversitelerinde olduğu şekilde, katmerli bir hukuksuzluk neticesinde yasalaşmış bir kanun düzenlemesine dayanarak atandı. Buradaki çok katlı hukuksuzluk şu gibi nedenlere dayanıyor: Öncelikle Ağustos 2016’da OHAL rejimi altında, OHAL ilanı gerekçesine dayanmayan bir KHK ile rektör ataması tek başına Cumhurbaşkanı’nın yetkisine bırakıldı. Ardından bu hukuksuz KHK, OHAL rejimi sona ermeden bir hafta önce yayımlanan 3 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kalıcılaştırıldı. Böylece bir kanun bir kararname ile değiştirilmiş oldu ki bu başlı başına bir itiraz konusu olabilir. Üstelik bu düzenleme vakıf üniversitelerine kendi rektörlerini belirleme hakkı tanırken kamu üniversitelerinin elinden bu hakkı alıyor ve kurumlar arasında bir eşitsizlik yaratıyor. Ayrıca Anayasa’da kısıtlı da olsa dile getirilen üniversite özerkliği tanımıyla çeliştiği de söylenebilir. Özetle, hukukçuların üzerinde çalışabileceği çok fazla ihlal var fakat Türkiye’de hukuk düzeni işlemiyor. En nihayetinde 3 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bugün onlarca kamu üniversitesinin bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanan AKP kariyerli rektörler tarafından yönetilmesine hizmet ediyor. Bu rektörlerin tümünün birden kayyum olarak adlandırılması yerinde olacaktır. İktidar, özerk demokratik üniversitenin tabutuna çivi çakmaya devam ediyor. Oysa bir ülkeyi ülke yapan en önemli faktörlerden biri o ülkenin yetişmiş insanları, o insanları yetiştiren okulları, üniversiteleridir. Üniversiteler ise ancak özgür düşünce ve özgür bilimin teminatı olan özerk demokratik bir model içerisinde gelişebilir. Bu yeryüzünde kanıtlanmış evrensel bir ilkedir.

Bunun ötesinde Bulu’nun Boğaziçi’ne neden ve hangi şartlarda uygun görüldüğünü bilmek zor. Özgeçmişi çelişkiler, boşluklar içeriyor. Şimdilik anlaşılan o ki, piyasa odaklı ticari üniversiteyi savunan bir AKP eliti kendisi. Bu ise Boğaziçi Üniversitesi geleneğiyle hiç bağdaşmıyor ve bünye bu kişiyi kabul etmiyor.

Akademisyenler ve öğrenciler atamaya neden karşı çıkıyor? Ne istiyor?

Temel karşı çıkış nedeni, üniversitenin en üst karar ve yürütme makamına yapılan bu atamanın üniversite bileşenlerinin görüşünü dışlıyor oluşu. İlke çok açık: Özerk demokratik üniversite yöneticilerini bileşenlerine (akademik ve idari çalışanlar, öğrenciler ve mezunlar) danışarak belirler. Atama makamı bu iradeyi dikkate alır. Boğaziçi Üniversitesi özelinde 12 Eylül darbesiyle 1992 yılı arasındaki parantezi bir tarafa bıraktığımızda iyi kötü işleyen bir ilkeden bahsediyoruz burada. İyi kötü derken kastım şu: Örneğin Boğaziçi’nde rektör adaylarını öğretim üyeleri oylardı ama adaylar mutlaka sendikalar aracılığıyla idari çalışanlarla, ÖTK aracılığıyla öğrencilerle çeşitli aday tanıtım toplantısı yaparlardı. Sonuçta idari çalışan ve öğrencilerin görüşleri, oy veren akademik personelin görüşlerine de bir şekilde yansırdı. Bu geleneği bilen, tanıyan ayrıca genel anlamda özgürlükler ve demokrasiye dönük talebi yüksek olan öğrencilerin ve akademik-idari çalışanların bu irade gaspına karşı çıkmaları çok doğal. Hiç şaşırmıyorum. Şaşırtıcı olan, tepkinin on-line eğitim ve pandemi koşullarında dahi bu kadar güçlü ifade ediliyor olması.

Hükümet rektör atamasına tepki gösterenlerin ‘terörist’ olduğunu söylüyor. Bu ithamları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Terörist lafı iktidarın ağzında maalesef artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Onlar kendilerinden olmayan herkese terörist demeyi adet haline getirdiler. Kayyumlara karşı olmanın son derece meşru demokratik temelleri var. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren insanlar terörist olarak adlandırılamaz.

Özerkliğin 3 ilkesi

Akademik özgürlük nasıl tanımlanır? Üniversiteler neden özgür ve özerk olmalı?

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (Univder) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gülhan Türkay Hoştürk: Uluslararası bir antlaşma olan Lima Bildirgesi’nde, akademik özgürlük “Akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleridir” diye açıklamaktadır. Yine Uluslararası Lima Belgesi’nde akademik özerklik, “Yüksek öğretim kurumlarının iç işleyişlerine, mali işlerine ve yönetimlerine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar ve diğer ilgili faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun tüm diğer güçleri karşısındaki bağımsızlıklarıdır” diye yer alır. Üniversite özerkliğini, üç ayaklı bir masaya benzetirler. Üniversite özerkliğinin ayaklarını; bilimsel özerklik, idari özerklik ve mali özerklik oluşturur.

Eğitim ve öğretim özgürlüğü, düşünce özgürlüğünün bir bölümünü oluşturmaktadır. Bilimsel özerklik üniversite niteliğindeki yüksek öğretimi siyasal çevrelerin ya da çeşitli çıkar veya gruplarının dışında tutmaktır ve düşünce özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Düşünce özgürlüğü, insanın serbestçe düşünce ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına ya da başkalarıyla birlikte serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi anlamına gelmektedir.

Üniversitelerin bilimsel özerkliğinin içeriğini; öğretim üyeleri ve yardımcılarının serbestçe bilimsel araştırma yapmaları, öğretim ve sınav programlarının, fakültelerin ders ihtiyaçlarının, yetiştireceği öğrencinin sayı ve kalitesinin, ders saatlerinin sayısının ve uygulamasının fakülteler tarafından serbestçe belirlenmesi, bilimsel denetimin öz denetim ve oto kontrol ilkesine göre gerçekleştirilmesi oluşturmaktadır.

Üniversite özerkliğinin ikinci ayağı olan üniversitelerin idari özerkliğidir. Kurumların kendi üyelerinin demokratik usulle oluşturdukları organlar eliyle yönetilmesi ve denetlenmesidir. Sadece rektör seçimleri değil; dekanlık, fakülte kurulları, yönetim kurulu, bölüm ve anabilim dalı başkanlıklarında da seçim uygulanmalı yönetilenlerin iradesiyle belirlenmelidir, yani bu yatay olarak düzenlenmelidir. Akademik özerklik dikey olarak değil, yatay olarak tüm alanlarda gerçekleşmezse bilimsel özgürlüklerden, bilimsel çalışmalardan ve bilimsel eğitimden söz edemeyiz.

İktidarın akademiye yönelik müdahalesini nasıl değerlendiyorsunuz? Akademi yoluna nasıl devam etmeli?

Yönetsel özerklik, üniversitelerin işleyişini, çalışmasını, öğretim, eğitim ve araştırmalarını başta siyasi iktidar olmak üzere her türlü dış baskılardan uzak sürdürebilmesidir. Mali özerklik ise üniversitelerin mali programını yapabilmesi, kendi kaynaklarından serbestçe yararlanarak kendi harcamalarına karar vermesi ve yönetmesi durumudur. Harcamaların şeffaf olarak denetlenmesini sağlanmasıdır. Türkiye üniversite tarihi akademik özerkliğe, akademisyenlerin düşünce ve ifade özgürlüklerine müdahale tarihi gibidir. Siyasi çalkantı dönemleri ve askeri müdahaleler mutlaka üniversiteleri zaptu-rapta alma gereği duymuşlar, muhalif akademisyenleri uzaklaştırmışlar ve arkasından üniversite yasalarında değişikliklere gitmişlerdir. Günümüzde hâlâ 1982 Anayasası’nın ve YÖK Kanunu’nun üniversitelerin bilimsel, idari ve mali özerkliği üzerine etkilerini tartışıyoruz. YÖK düzeni ile üniversiteler ve bağlı kuruluşların karar ve yürütme organları ya atamayla ya da atama ve seçim karışımı bir yöntemle işbaşına gelmişlerdir. Anayasa’nın üniversitelerle ilgili maddeleri (130 ve 131. maddeleri) gerekse 2547 Sayılı YÖK Kanunu, idari özerklikten hiç geçmemektedir. Yıllarca süren bu yasaya karşı mücadeleye rağmen ve her seçim döneminde siyasetçilerin değiştirme sözü vermesine karşın 40 yıldır kaldırılması mümkün olmamış ama hükümetlerin güncel politikaları gereği yamalı bohçaya dönüşmüş ve üniversiteler üzerinde bir baskı organı olarak kalmaya devam etmektedir.

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği olarak rektör atamalarını nasıl değerlendiyorsunuz?

Yüksek Öğretim Kanunu’nun ilk hali ve yıllar içindeki düzenlemelerle, rektörlere aşırı yetkiler vermektedir. Rektörün, yükseköğretim üst kuruluşlarının kararlarını uygulamak, üniversitenin yatırım programlarını, bütçesini ve kadro ihtiyaçlarını hazırlamak. Gerekli gördüğü hallerde üniversiteyi oluşturan kuruluş ve birimlerde görevli öğretim elemanlarının ve diğer personelin görev yerlerini değiştirmek veya bunlara yeni görevler vermek. Eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerinin devlet kalkınma planı ilke ve hedefleri doğrultusunda planlanıp yürütülmesinde, bilimsel ve idari gözetim ve denetimin yapılmasında öğrencilere gerekli sosyal hizmetlerin sağlanmasında, gerektiği zaman güvenlik önlemlerinin alınmasında ve bu görevlerin alt birimlere aktarılmasında, takip ve kontrol edilmesinde ve sonuçlarının alınmasından, üniversitenin birimleri ve her düzeydeki personeli üzerinde genel gözetim ve denetim görevini sürdürmek gibi çok kapsamlı görevlerde yetkili ve sorumludur. Bu yetki ve sorumluluğun seçilmiş bir rektörde değil de siyasi iktidar tarafından atanmış olması öncelikle üniversite bileşenlerine karşı değil, siyasal iktidara karşı sorumluluk hissettirmektedir. Bunun sonucu olarak, üniversite rektörleri kendilerine tanınan olağanüstü yetkileri, akademik değerleri, etik ilkeleri kontrolsüz olarak kullanabilme rahatlığına ulaşmaktadırlar. Derneğimiz ve üniversitenin birleşenleri başta rektör atanmaları olmak üzere akademik özerkliği ortadan kaldıran tüm uygulamalara karşı çıkmaktadır ve bu konuda sesini yükseltmeye devam edecektir.

YARIN: Akademisyen Aslı Odman, intihalleri anlattı.

Kaynak: https://yeniyasamgazetesi2.com/tum-atananlar-kayyum-universite-ozerk-olm...