“Barış talebini yargılamak ortak geleceğimizi yargılamaktır”

Yazar / Referans: 
Mülkiye Haber
Tarih: 
04.12.2017

Eğitim Sen, Türk Tabipleri Birliği ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, yarın yargılanmalarına başlanacak akademisyenlerle ilgili ortak açıklama yaptı.

İstanbul Tabip Odasında gerçekleştirilen basın toplantısına, Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, SES Eş Genel Başkanı Gönül Erdem, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, HDK Eş sözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit,  uluslararası sendikalar ve meslek örgütleri ve  birçok akademisyen katıldı.

“Akademi biat etmedi etmeyecek” pankartının açıldığı toplantıda açıklamayı Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan yaptı. Ortak açıklama şöyle:

“Barış Talebini Yargılamak Ortak Geleceğimizi Yargılamaktır!

11 Ocak 2016 tarihinde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” diyerek barış bildirisine imza atan, ağır insan hakları ihlalleri ve karanlığa karşı eşitlik ve özgürlük içinde bir arada yaşama hakkını savunan akademisyenler, aradan geçen iki yıldan sonra haklarında açılan ceza davalarıyla tek tek yargılanmak isteniyor. Savaşın, şiddetin, suç ve cezanın hükümdarları, akademisyenler şahsında bir kez daha barış talebini, düşünce ve ifade özgürlüğünü, evrensel hukuk ilkelerini ve ortak geleceğimizi hedef alıyor.

5 Aralık 2017 tarihinde başlayacak olan davalar ile savaşa karşı barışın sesi olmuş akademisyenlere yönelik siyasi linçin son halkası tamamlanmaya çalışılıyor.

11 Ocak 2016 tarihinde, 1128 akademisyenin imzasıyla duyurulan bildirinin hemen ardından yürütülen nefret ve linç kampanyasıyla yaşananları hatırlamamız, açılan bu davaların ardındaki siyasi nefreti anlamamız açısından oldukça önemlidir. Şöyle ki;

Cumhurbaşkanından hükümete, YÖK’ten ulusal ve yerel medya organlarına kadar imzacı akademisyenlere nefret ve tehdit dolu tepkiler geldi.

Tehditler, imzacı akademisyenlerin odalarının kapılarına asılan afişlerle, notlarla ya da yerel, ulusal medya aracılığıyla yapılan haberlerle can güvenliğini hedef alan boyutlara ulaştı.

YÖK, üniversite rektörlerine zaman geçirmeden imzacı akademisyenler hakkında soruşturma başlatmaları talimatını vererek devlet üniversitelerindeki çok sayıda akademisyene süratle disiplin soruşturması açılmasını sağladı.

Bunlar yaşanırken, bildiriye imza atan akademisyenlerin sayısı hızla 2 bin 212 kişiye yükseldi ve sendikalar, sanatçılar, gazeteciler, avukatlar, öğrenciler gibi toplumun farklı kesimlerinden on binlerce destek imzası toplandı.

Hükümete yakınlığı ve karanlık ilişkileriyle tanınan bir mafya lideri, bildiriye imza atan akademisyenleri kastederek “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız.” ifadeleriyle tehditler savurdu. Bu sözleri nedeniyle yargılandığı davada kendisini, “düşünce ve ifade özgürlüğü” hakkını kullandığını söyleyerek savundu!

Katliam çığlıklarıyla akademisyenler tehdit edilirken, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı bu şiddet çağrılarını değil, yayımlanan bildiriyi tehdit olarak gördü!

Böylesi bir siyasi atmosferde, 14.01.2016 tarihinde Hakkari’de başlayan ve ertesi gün sabah saatlerinde Kocaeli, Bolu, Bursa, Erzurum ve Zonguldak’ta yürütülen gözaltı furyası ile akademisyenler gözaltına alındı, polis ev ve çalışma ofislerinde arama yaptı. Düzce’de hakkında yakalama kararı çıkarılan bir akademisyen de dahil olmak üzere, 15.01.2016 tarihinde savcılığa sevk edilen tüm akademisyenler ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Ancak gözaltı furyası bitmedi, farklı illerde farklı zamanlarda gözaltı uygulaması aralıklarla devam etti.

YÖK, 04.02.2016 tarihinde yaptığı hukuksuz bir düzenleme ile özellikle imzacı olan ve derslerini başarı ile tamamlayan ÖYP’li araştırma görevlilerini, daha öğrenimleri bitmeden kadrolarının bulunduğu üniversitelere dönmeye zorladı. “Mahalle baskısı” altında araştırma görevlilerine eziyet çektirmek isteyen YÖK’ün bu uygulaması yargı kararıyla durduruldu.

14 Mart 2016 günü süreç yeni bir boyut kazandı ve akademisyenler Kıvanç Ersoy, Esra Mungan ve Muzaffer Kaya tutuklandı. Barış talebi bir kez daha yargılanmak istendi. Yurt dışında bulunan ve hakkında yakalama kararı olan Meral Camcı da Türkiye’ye döndüğünde tutuklandı. 22 Nisan 2016 tarihinde ise tutuklu akademisyenler tahliye edildi.

20 Temmuz 2016 tarihi ise kritik bir aşamaya dönüştü. İmzacı akademisyenlerin haklarındaki disiplin dosyaları “kamu görevinden çıkarma” cezası talebiyle YÖK’e gönderildi. Ancak Danıştay, YÖK’ün söz konusu dosyaları görüşmek ve karara bağlamak konusunda yetkisiz olduğuna hükmetti.

Görüldüğü üzere, siyasi iktidarın akademisyenleri tehdit eden ve hedef gösteren açıklamaları üzerine YÖK’ten üniversite yönetimlerine; medyadan yargıya hatta mafya liderlerine kadar herkes harekete geçmiştir. Ancak siyasi iktidarın arzuladığı tablo, örgütlü mücadelenin ve güçlü bir dayanışmanın sonucunda yaşama tam anlamıyla geçirilememiştir.

Bu hukuksuzlukların ve sistemli baskıların ardından, OHAL imkanlarıyla çok sayıda imzacı akademisyen ihraç edilerek üniversiteler çölleştirilmek istenmiştir.

Hâlbuki üniversiteyi üniversite yapan olgulardan biri de bilimsel özgürlüklerin güvence altına alınmasıdır. Şiddet çağrısında bulunmayan her tür düşünce açıklama biçimi; ifade özgürlüğü ve bununla bağlantılı olan bilimsel özgürlük kapsamında ele alınması gereken temel bir haktır. Dolayısıyla akademisyenler, hükümetlere veya belirli kesimlere rahatsızlık verme pahasına, baskı görme ya da yaptırımla karşılaşma tehdidi yaşamadan fikirlerini ifade edebilmelidirler.

Ancak çok sayıda akademisyen, üniversitenin ve akademinin varlık nedenlerini özümsediği ve emek, demokrasi, barış mücadelesinin içinde saf tuttuğu için ihraç edilmiştir. Taşıdıkları bu sorumluluk nedeniyle de meslektaşlarının, öğrencilerinin sevgi ve saygısını kazanmışlar, atıldıkları kurumlardan alkışlarla uğurlanmışlardır.

Kötülüğü ve zorbalığı örgütleyenlerin korkularını tetikleyen de budur! Çünkü susturmak, sindirmek ve korkuyla teslim almak istedikleri akademisyenler, düşüncelerini özgürce ifade ederek ve barıştan yana tavır alarak, hakikatin gücünü ve cesaretin bulaşıcılığını örgütlemişlerdir. Bu hakkın kullanılmasının, söz konusu hukuksuz davalarla engellenmesinin mümkün olmadığı herkes tarafından çok iyi bilinmelidir.

Bizler Eğitim Sen, SES ve TTB olarak, karşı karşıya kaldığımız bu davaların, imzacı akademisyenlere yönelik geliştirilen baskı ve sindirmeye yönelik uygulamaların son örneği olduğunu belirtmek isteriz.

Bildiride ifade edilen düşünceler siyasi iktidarı rahatsız etmiş olabilir. Ancak söz konusu eleştirilerden “suç” çıkarma çabası, bu topraklarda artık “düşünce ve ifade özgürlüğü” gibi evrensel bir hakkın kullanımının mümkün olmayacağının tescili anlamını taşıyacaktır.

Dünyanın hiçbir yerinde savaşa karşı barışı savunmak ve barış talep etmek suç değildir. Bu basit gerçeği öğrenebilmek ve ortak değerlerimiz arasında sıralayabilmek için insanlığın çok ağır bedeller ödediği unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki barış talebini yargılamak, yaşam hakkını, demokrasiyi ve ortak geleceğimizi yargılamak anlamına gelmektedir.

Bizler çok iyi biliyoruz ki insanlığa bırakılacak en önemli miras, demokrasi, barış, eşitlik, özgürlük ve adalet için gösterilen mücadele ve dayanışma kararlılığıdır. Mücadele kararlılığımızdan asla taviz vermeyeceğimizi ve bu hukuksuzluklar son bulana kadar imzacı akademisyenlerin yanında olacağımızı belirtiyor, bir kez daha tüm emek, demokrasi ve barış güçlerini barış akademisyenlerinin davalarını takip etmeye çağırıyoruz.

Eğitim Sen – SES – TTB

Kaynak: http://mulkiyehaber.net/barisi-talebini-yargilamak-ortak-gelecegimizi-ya...