Mahmut Çınar'ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Beyza Kural, Bianet
Tarih: 
09.10.2018

"Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü..."

Bahçeşehir Üniversitesi imzacılarından Mahmut Çınar'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Bu mahkemenin huzurunda bana yöneltilen suçlamaların aynı anda bu ülkedeki binlerce barış isteyen insana da yöneltildiğinin ancak davanın şahsıma yönelik bireysel bir dava olduğunun farkındayım. Ne benim, ne de benzer davalarda yargılanan meslektaşlarımın, iddianamede sözü edilen suçların hiçbirinin yanından bile geçmediğini düşünüyor, bireysel beyanımı şu şekilde ortaya koyuyorum:

Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü;

Çatışma ortamının insanları hayatlarını idame ettiremez, gündelik pratiklerini bile gerçekleştiremez hale getirdiği bir zamanda, 12 Eylül Darbesi'nden 1 yıl önce, yine çatışmaların merkezinde yer alan bir bölgede doğdum ve lise yıllarıma kadar o bölgede büyüdüm.

Silah seslerinin çocuk kulaklarımızda, kimin silahından çıktığını bilmediğimiz mermilerin evimizin duvarlarında, pencerelerinde çınladığı; örneğin aileyle televizyon başında geçirilmek istenen basit bir memur evi akşamının bile karartmalar ve çığlıklarla kesildiği uzun bir zaman diliminin sonunda, öğretmen olan annem ve babam, o koşullarda çocuk büyütemeyeceklerine karar verip Batı'da bir ile tayin istediler.

İşin özü, çatışmalar nedeniyle güvenliğimizin, huzurumuzun ve hayatın temelinde yer alan mutluluk isteğinin tehdit altında olduğuna karar verip atalarının yüzyıllardır yaşadığı toprakları geride bırakmak zorunda kaldılar. Doğu'da doğup büyümüş bir "Türk" olarak dahi Batı'daki yeni şehrimizde geçirdiğim ilk gençlik yıllarımda, benim ve benim gibi o bölgeye göç etmek zorunda kalmış nice insanın hangi önyargılarla, hangi suçlamalarla karşılaştığını, okulda, sokakta, işyerinde hangi muameleye maruz kaldığını maalesef yaşamak ve ülkedeki kültürel, bölgesel ve ruhsal kırılmayla o zaman ilk kez yüzleşmek zorunda kaldım.

Hayatımın sonraki kısmında şiddeti reddederek yapmaya çalıştığım her şeyin arkasında, bu kırılmayı, bu ayrışmayı yaratan çatışma ortamının benden sonraki nesillerde aynı travmayı yaratmaması isteği yer alıyor.

Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü;

Yaşadığım, yaşamak durumunda kaldığım hayatın bana yalnız ve yalnız "hak" temelli bir bakış açısının tek politik yönelim olabileceğini gösterdiğini biliyorum.

Yalnız erkeklerin, yalnız ülkenin asli unsuru olduğunu iddia eden bir grup insanın, yalnız bu ülkeye kendilerinin herkesten daha çok sahip olduğunu savunanların değil; hangi düşüncede olursa olsun, hangi yaşam tarzını ve inancı benimserse benimsesin, altını çizerek söylüyorum, kadın ve erkek tüm yurttaşların, tüm insanların ve dahi tüm diğer canlıların içinde bulundukları doğayla birlikte temel hak olan yaşam hakkına sahip olduğunu düşünüyorum.

Özgürlüğe ve barışa inanmış bir genç olarak kimi arkadaşlarımın kıyafetlerinden dolayı neden okula alınmadığını sorguladığımda ve buna karşı çıkarken anlamsız bir şiddete maruz kaldığımda da; talan ve rant için doğa katledilirken, hayvanların yaşam alanları insan hırsları yüzünden yok edilirken bunu eleştirdiğimde de; ülkemin bir bölgesinde yaşanan çatışmanın insanların temel haklarını elinden aldığını düşünerek buna karşı bir çatışmasızlık ve barış talebini dile getirdiğimde de aynı "hak" duygusundan hareket ettim.

Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü;

"Barış Bildirisi" olarak andığımız bildiriye imza attığım için sonlanan aktif akademik hayatım boyunca, ayrımcılıkla, nefret söylemiyle mücadele ettim, temel insan hakları ve ifade özgürlüğünün koşulsuz, kaçınılmaz gerekliliği konularında yazdım, çizdim; Türkiye Cumhuriyeti devletinin desteklediği uluslararası projelerde toplumumu temsil ettim.

Parçası olduğum projelerin; tasarladığım ve yayınlanmasına yazar ve editör olarak katkıda bulunduğum kitapların; yazdığım yazıların; hâlâ devam eden ve ülkenin her köşesinde, her görüşten gençlerle bir araya gelmemi sağlayan eğitimlerin temelinde, her canlının hayata gelmiş olduğu için doğuştan sahip olduğu haklar yer alıyor. Bu hakların özünde ise, bu hakları yaşanabilir ve gerçek kılacak olan tek bir kavram bulunuyor: BARIŞ.

Her ne saikle olursa olsun insanları barıştan uzaklaştıran her eylem benim akademik eleştiri alanıma girmiştir ve girecektir. 2015 yılından başlayarak; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan çatışmalar, operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan insan hakları ihlallerine karşı yazılmış olduğunu düşündüğüm "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiriye de aynı gerekçeyle imza attım. Bir yurttaş ve kamu hizmeti sunan bir öğretim elemanı olarak tabii ki gayrimeşru bulduğum, benimle hiçbir ilgisi olmadığını düşündüğüm herhangi bir oluşumu değil, vergimle, hizmetimle bir vatandaş olarak -diğer milyonlarca vatandaş gibi- var ettiğim; sınırları ve kurumlarıyla benim siyasi varlığımı temsil ettiğini varsaydığım devleti muhatap aldım.

Çatışmanın, söz söylemeyi, barış talep etmeyi imkansız kılmaya başladığını düşündüğüm bir dönemde, barışa yönelik talebimi bu bildiriyle dile getirmiş oldum. Bir okur-yazar olarak, söz konusu bildirinin Anayasa'nın bana verdiği ifade özgürlüğüne dayalı temel haklarla yahut çeşitli davalarda meslektaşlarıma isnat edildiği üzere ceza kanunlarının ilgili maddeleriyle çelişkiler taşımadığını, bu hak ve maddelere muhalefet etmediğini biliyorum.

Bu bağlamda yaptığım hukuki araştırmalar neticesinde; davaya konu olan bildiriye imza atmanın, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin verdiği kararlarla oluşan içtihada, Türkiye'nin de imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre suç teşkil etmediğini görüyorum.

Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü;

Bir akademisyen ve hayatının her döneminde şiddetin her türlüsüne karşı durmuş aktif bir yurttaş olarak şahsıma ve meslektaşlarıma yönelik "talimat" iddiasını reddediyorum.

Bu bildiriye benimle birlikte imza atan akademisyenlerin çoğunu davalar boyunca tanıma, onların çalışmalarını tekrar tekrar değerlendirme fırsatım oldu. Gördüğüm o ki, akademik hayatım boyunca tanıdığım, değerlerine en bağlı, herhangi bir oluşumdan talimat almayı asla bilimsel etiğe sığdırmayacak, bilimin ve akademik sorumluluğun gerektirdiğini hakkaniyetle yerine getirmeye çalışan ve bu ülkenin akademik değerini uluslararası boyutta yıllar boyunca yükseltmiş olan bir grup insanla aynı suçlar isnat edilerek yargılanıyorum. Tıpkı onlar gibi ben de bana yöneltilen "bir yerden talimat alarak bildiriyi imzalama" iddiasını, kişiliğime, akademik etik anlayışıma ve insanı değerlerime yapılmış bir aşağılama olarak görüyor ve reddediyorum.

Bana yöneltilen suçlamaları reddediyor ve hiçbir silahlı örgüte asla destek vermediğimi beyan ediyorum, çünkü;

Bildiriyi akademisyen kimliğimle imzalamış olsam da bir baba olarak bir insanın hangi koşullarda, hangi zorluklarla, her anını nasıl bir mücadeleyle geçirerek dünyaya geldiğini ve büyüdüğünü yakından gözlemliyorum. İddia ediyorum ki bir bebeğin var olma, hayatta kalma mücadelesini, büyümesini, bilinçli ve her insan gibi değerli bir insana dönüşmesini yakından izleyen yahut bu süreçlere yönelik empati geliştirebilen hiç kimse savaşa ve çatışmaya destek olamaz.

Dünyanın birçok yerinde, kendilerine doğuştan kaçınılmaz görevleriymişçesine çocukları büyütme görevi verilmiş olan kadınların, barışı erkeklerden daha fazla ve daha samimi biçimde istemesinin temelinde bu duygunun da yattığına inanıyorum. Savaşların, erkekliğin en hoyrat, en şiddetli halini ortaya çıkardığını, kadınların ve çocukların savaşların asıl mağduru olduğunu, insan dışındaki tüm canlıların yaşam haklarının savaşlarla ellerinden alındığını görüyor ve yukarıda altını çizdiğim "hak" odaklı duruşumun bana verdiği bir yurttaşlık görevi olarak barış talebimden asla vazgeçmeyeceğimi ortaya koymak istiyorum.

Saygılarımla.

(MÇ/BK)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/201502-mahmut-cinar-in-beyani