Tahsin Yeşildere'nin Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
20.11.2018

"Ülkemizin bir bölgesinde yaşanan insan hak ve ihlallerine karşı çıkmak bırakın akademisyen olmayı, duyarlı her insanın sorumluluğudur. Bu sorumluluğu içimde hissetmiş olmamdır."

İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Tahsin Yeşildere'nin Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Bugün burada karşınızda “sanık” konumunda olmama neden olan konu “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış talebi bildirisine imza atmış olmam ve savcının bu metni bir suç olarak göstermiş olması ile başladı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, iddianamesinde  elinde hiçbir kanıtı olmadığı halde “terör örgütü propagandası” yapmak suçlamasını ileri sürmüş olması düşündürücüdür.

İmza metni ve imzacılar basında yer aldıktan sonra siyaseten nasıl tartışıldığını, birçok yanlı medyanın saldırılarını, dönemin başbakanının bizleri hedef olarak göstermesi, bazı kendini bilmezlerin kanımızı dahi içmek istemesi karşısında büyük bir soruna parmak bastığımızı, birilerini rahatsız ettiğimizi anladım.

Anladım ki bu metne imza atmış değişik bilim alanlarında uğraş veren ve birbirlerini tanımayan akademisyenler olarak toplumsal, sosyal, siyasal bir olaya karşı hakikatleri içeren ve  kimilerine aykırı düşen düşüncelerimizi ifade etmişiz, yani akademik özgürlüğümüzü bu imza metni ile kullanmışız, bölgede yaşanan olgu ve olayları özgürce eleştirmişiz ve düşüncelerimizi özgürce dillendirmişiz.

Ben İstanbul Üniversitesi’nde veteriner patoloji bilim alanında 43 yıldır görev yapan ve emekli bir akademisyenim.

Özellikle bilimsel çalışmalarım deneysel patoloji, klinikal patoloji, deneysel onkoloji, kanser bilimi vb.. konuların araştırılması, çözümlerin üretilmesi olmuştur. Bu çalışmaları Uzun yıllar kaldığım İtalya’nın Messina Üniversitesi’nde,İngiltere’nin Bristol Üniversitesi ve Almanya Münih Ludwing Maximilians Üniversitelerinde de sürdürdüm ortaklaşa çalışmalarda bulundum.

Üniversite hayatımın en önemli yerinde yer almasına karşın topluma ve mesleğime karşı sorumluluğum gereği meslek örgütümüzde de uzun yıllar çalıştım ve başkanlık görevi yürüttüm.

Bu dönemlerde toplumsal, sosyal,siyasal, sanatsal ve çevresel konulara,mesleki ve hayvancılık politikaları ile ilgili sorunlara karşı çözümler üretilmesi için çalışmaların içinde oldum.

Sağlık Meslek Odaları Koordinasyon kurulu, İstanbul Meslek Odaları Koordinasyon Kurulu, İstanbul Sağlık Koordinasyon kurulunda (Büyükşehir Belediyesi sağlık daire başkanı, Tıp fak. olan rektörler ve Sağlık meslek Örgütlerinin kurduğu) yer aldım.

İstanbul ili sağlık sorunlarına projeler üretilmesinde ve çözümler getirilmesinde katkı sağladım. Mesleki çalışmalarımın içinde çok önem verdiğim hayvan hakları, onların yaşam haklarını savundum. Hayvanlara karşı yapılan işkencelere ve eziyetlere karşı çıktım.

Onların yasal güvenceye kavuşması konusunda mücadele verdim. Sokak hayvanları rehabilitasyon projeleri ürettim. Bu konularda ulusal ve uluslararası konferanslar toplantılar düzenleyerek hayvan refahı, hayvan hakları konularının Türkiye gündemi içine sokulmasını sağladım.

Hayvanların acısız kesim metodu ile kesilmesi konusunda karşılaştırmalı araştırma projelerine destek verdim, araştırmalar yaptım. Ayrıca üniversitelerin özerk demokratik bir üniversite olması konusunda üniversite mesleki örgütlerde yer aldım.

Özellikle İstanbul Üniversitesi idari kadrolarında da yer aldım. İstanbul Üniversitesi Senatosuna senatör olarak seçildiğim dönemde kılık kıyafet yasaklarının Yunanistan, İtalya ve Fransa gibi ülkelere bilim yasaklarının koyulduğu dönemlerde, senatoda bu yasaklara karşı çıkan, kararlara şerh koyan  ve bundan dolayı hakkımda sayısız soruşturmalar açılmış bir akademisyenim.

İşte o dönemlerde de bizleri yıldırmak susturmak için asılsız soruşturmalar açılıyor ve cezalar veriliyordu. Örneğin Anabilim dalımızın iki yıl interneti kesildi (dava açtım kazandım ama yine bağlanmadı), Basına demeç verirken üniversitenin yerini izinsiz kullandığım gerekçesi ile soruşturma açıldı, ceza verildi, idari mahkemede tüm cezalara karşı dava açtım ve kazandım.

Bunları neden yazıyorum söylüyorum. Üniversitede duyarlı olan, akademik etik ve akademisyen olmanın sorumluluğunu taşıyan öğretim elemanları her dönemde konuşur sesini yükseltir düşüncelerini özgürce ifade eder. Ve bu özgürlük alanını evrensel kurallardan ve Anayasal haklarından alır.

Üniversitelerde ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük

Uluslararası kurallar içinde akademik özgürlük: 1977 tarihli ILO/UNESCO Yükseköğretimdeki Akademik Personelin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı, Avrupa üniversiteleri rektörleri tarafından 1988’de imzalanan Magna Charta Universitatum ve Dünya Üniversiteler Servisi (WUS) Genel Kurulu’nun yine 1988’de kabul ettiği Akademik Özgürlük ve Yükseköğretim Kurumlarının Özerkliği Hakkında Lima Bildirgesi’nin ortaya koyduğu ilke ve standartlara göre, yükseköğretim kurumlarında öğretim ve araştırma yapan, öğrenim gören ve çalışan bireylerden oluşan akademik çevrenin üyeleri, araştırma, öğrenim, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, ders verme ve yazma yoluyla bilginin edinilmesi, geliştirilmesi ve iletilmesinde, bireysel ve kolektif olarak, akademik özgürlüğe sahiptirler.

Akademik özgürlük sağlanmaksızın, üniversitelere özgü işlevlerin yerine getirilebilmesi mümkün değildir.

Bu çerçevede akademik çevrenin tüm üyelerinin, herhangi bir ayrımcılığa uğramaksızın ve devlet ya da diğer politik ve ekonomik güç odaklarından gelebilecek müdahale veya baskılardan, kurum içi sansür ve kısıtlamalardan çekinmeksizin üstlendikleri işlevleri yerine getirme hakkı vardır.

Akademik çevrenin her üyesi, uluslararası belgelerde güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerden yararlanır.

Bu hakların kullanımı dolayısıyla görevlerinden alınmaları, sansüre uğramaları, herhangi bir şekilde cezalandırılmaları, keyfi yakalama ve tutuklamaya ya da işkenceye, zalimane, insanlık dışı veya küçük düşürücü muameleye maruz kalmaları söz konusu olmamalıdır

Ancak tüm bu evrensel kurallara rağmen ülkemizde yıllardan beri üniversite üzerinde bir dış gündemin baskısı- siyasi baskıların olduğunu görüyoruz.

Üniversiteler özerk kurumlar olmadığı için üniversite için vazgeçilmez değerleri akademik özgürlük, ifade özgürlüğü, özerklik gibi evrensel kuralları içselleştiremediği için tartışmada da geç kalınıyor ve üniversiteler akademik özgürlük ve özerklik açısından zedelendiği için eleştiri gücü ve cesaretini de maalesef bulamıyor.

Eleştiri gücü ve cesareti bulan bilim insanları hakkında da hemen soruşturmalar açılıyor görevlerinden uzaklaştırılarak göz dağı verilmeye çalışılıyor.

Türkiye’de düşüncenin özgürce ifade edilmesi konusu cumhuriyet kurulduğundan bugüne değin çok tartışılmıştır.

Bireyler açısından ve üniversite gibi önemli kurumlar açısından bu durumun hiç de iç açıcı olmadığını biliyoruz.

İfade özgürlüğü, tanım itibarıyla, insanların düşündüklerini, herhangi bir korku, sindirme veya tehdide maruz kalmadan dile getirebildiklerin de gerçekleşir. Burada ifade edilen fikirlerin nezaket, nezahet, kibarlık, edeplilik v.b. biçimlerde, adab-ı muaşeret kurallarına uygun olarak ifade edilip edilmemeleri, ne bir sınırlama ne de bir hoşgörü konusu değildir.

Üstelik ifade edilen fikirler bir toplumun tümü için dahi kabul edilemez, hoş karşılanmayan, olağandışı, alışılmadık, yadırganacak, rahatsızlık veren bir mahiyette olabilir.

Ayrıca bu fikirlerin düzene karşı (anti-establishment), egemen çıkarları, devleti veya hükümet politikalarını eleştiren fikirler de olması, demokrasilerde onları ifade edilemez kılmaz.

Şimdi imzalamış olduğum metni niçin imzaladığımı kısaca anlatmak isterim.

Yukarıda belirttiğim gibi hayvanların yaşam hakları için mücadele veren bir insanın insan hak ve ihlallerine karşı sessiz kalması düşünülebilinir mi?

Ülkemizin bir bölgesinde yaşanan insan hak ve ihlallerine karşı çıkmak bırakın akademisyen olmayı, duyarlı her insanın sorumluluğudur. Bu sorumluluğu içimde hissetmiş olmamdır. Bu benim vicdani bir sorumluluğumdur.

Bu açıklamalardan sonra;

11 Ocak 2016 tarihinde “Bu suça ortak olmayacağız!” ifadesi ile başlayan Bildiri metnini imzalamıştım.

İddianame savcısı terör örgütü propagandası yapmayı amaçlayan bildirilerin (sanki birden fazla bildiri varmışçasına) yayınlandığı döneme gelinen dönem ve bildirilerin yayınlandığı dönemin kısaca değerlendirmesini yapmıştır:

Savcı özetle: “Türkiye’de 1980’den başlayan ve günümüze gelen süreçte 40.000-100.000 arasında can kaybının meydana geldiği süreç sonunda Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun kabul edilmiştir.

Çözüm sürecini halka anlatmak, teşvik etmek için yazar, akademisyen, sanatçılardan oluşan ülkenin yedi bölgesinde aktif olarak çalışacak ve bölgesel toplantılar yapacak komisyonlar teşkil ettirilmiş ve bu komisyonlar 4 Nisan’da kamuoyuna duyurulmuştur.

Başbakanın da savcının da söylediği gibi 90 lı yıllarda O bölgede yaşanan binlerce faili meçhul denen ölümlerin, yok sayılan insan haklarının köy boşaltmaların, zorunlu göçlerin ne büyük acılara neden olduğunu tarihsel olarak hepimiz yaşadık gördük.

Ancak üniversite olarak istenilen düzeyde karşı duramadık.O dönemde medyanın tek taraflı yayınları bölgedeki olağanüstü hâl, giriş çıkışların yasak olması en büyük engeldi. Ancak son yıllar içinde sosyal medya aracılığı ile o bölgede yaşanan olumsuzlukları, insan hak ve özgürlüklerine dayalı ihlalleri anında izleyebiliyor, görebiliyor ister istemez yaşayabiliyorsunuz.

İşte bu gerekçeler ile toplumun tekrar bu acıları yaşamaması için bir an önce bu konuya çözümler üretilsin toplumsal barış sağlansın, çatışmazlık ortamına dönülsün istediğim için sesimi yükselttim. İmza metnini imzalamaktaki amacım barışın tekrar inşa edilmesi içindi.

O dönemde yani Başbakanın 2010 yılındaki parti meclisi ve Diyarbakır mitinglerindeki söylemlerinin tekrar hayata geçmesi içindi.

Savcı iddianamesinde bir isimden talimat aldığımızı da yazıyor. İnanın bu ismi ilk defa duyuyorum. Savcı bana tanıtmış oldu ve bu kişinin neler söylediğini ilk defa savcının iddianamesinde gördüm.

Varlığından haberim olmayan birinden, bir akademisyenin talimat aldığını iddia etmek iyi bir hayal gücünü gerektiriyor olmalı. Öyle olmasa herhalde talimat aldığımı ispatlayacak belgeler dosyada olurdu.

Bildiriye imza atan akademisyenlerin, yasalarda belirtilen eleştiri sınırları içerisinde tepkilerini dile getirme hakkına sahip olmalarına rağmen, hakikati ters yüz ederek ve çarpıtarak sunan bir bildiri metni hazırlamak suretiyle terör örgütü propagandası yapmışlar, suç işlemişlerdir, iddiası yer almaktadır.

Ancak eleştiri hakkının kullanılarak ters yüz ederek, çarpıtarak sunmak ne demektir? Bunu anlamak mümkün olmamıştır.

Adı üstünde eleştiri ve eleştiri hakkı açıktır ve anayasal haktır. Böyle bir suçun var olduğunu bilmiyorum.

İddianamede savcı, çeşitli ülkelerde, İngiltere ve Amerika örneği verilmektedir, terör organizasyonlarının gerçekleri manipüle etme, çarpıtma ve ülkeyi tehdit etme amacıyla beyanlarda bulunmalarını yasakladıkları bilgisini vermiştir.

Yine bu bilgilerde de hangi yasa, hangi açıklama ve hangi mahkeme kararı ya da hangi akademisyen grubuna ait olduğuna dair hiçbir bilgi yer almamaktadır.

İddianamede yer verildiği biçimiyle doğru değildir çünkü bu ülkeler ifade özgürlüğünün ve akademik özgürlüklerin en gelişmiş ve özgürce kullanıldığı ülkelerdir.

Bu nedenle savcının nereden bulduğunu bilmediğimiz birtakım bilgileri kaynak göstermeden yazarak, doğru bilgi verdiği izlenimi oluşturmaya ya da popüler deyimle algı operasyonu yapmaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

İddianamede “sözde mağdur akademisyenler”, ifadesi yer almaktadır. Savcının “mağdur” olmaktan ne anladığını bilmiyoruz ama yaşananlar ve gerçek mağduriyet örneklerine değinmek isterim.

Cumhurbaşkanı bu akademisyenleri “aydın müsveddesi, karanlık cahiller “olarak nitelendirmişti. YÖK ü ve savcıları soruşturma açmaları için göreve davet ettiğini belirtmek ile kalmamış söz konusu akademisyenler için, “Bu devletin ekmeğini yiyip bu devlete ihanet edenlerin cezalandırılması gerekir” demişti.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) da bildirinin ‘teröre destek verdiği’ni ileri sürerek, bu akademisyenlere karşı ‘gereğinin yapılacağı’nı duyurmuş ve üniversiteler de bu talimat üzerine harekete geçerek yasal olmayan soruşturmaları yapmaktan çekinmemişlerdir. Ardından Sedat Peker, kanlarında oluk oluk duş alacağız diye açıklama yapmıştır.

Hiçbir kimsenin etkisi altında kalmadan kendi özgür düşüncem ile Barışın sesini yükseltmek, hakikatin ortaya çıkmasını sağlamak, çatışmazlık ve çözüm sürecine geri dönülmesi yollarının açılması için bu metne imza attım,

Yukarıda belirttiğim açıklamalarım doğrultusunda iddianamede hakkımda iddia edilen tüm suçlamaları reddediyor, kabul etmiyorum ve derhal beraat kararı verilmesini talep ediyorum.

(TY/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/202783-tahsin-yesildere-nin-be...