Ayten Alkan'ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
18.12.2018

"Bir kez daha, en temel haklardan biri olan düşünce ve ifade özgürlüğünü koruyamayan, akademik özerklik ve özgürlükleri ciddi biçimde zedeleyen, imzacıların hayatlarını koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir."

İstanbul Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ayten Alkan'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Sayın Mahkeme Heyeti,

Daha önce aynı iddianamelerle görülen farklı duruşmalarda açıklanan mütalaaları, verilen hükümleri biliyorum. Bu, ben henüz savunmamı vermeden benim hakkımda da bir karara zaten varılmış olduğunu düşündürüyor. Ne yazık ki daha önce aynı düşünceye sahip olan arkadaşlarım, şüphelerinde haklı çıktılar.

Bu ve başka sebeplerle, ama aslolarak bir suçum olmadığına bütün aklım ve kalbimle inandığım için bir “savunma” vermeyeceğim.

Birazdan aktaracaklarım, diğer meslektaşlarım gibi, bu mahkeme salonlarında edeceğimiz sözlerin, tarihin yargısı ve gelecek kuşaklar için önem taşıyacağını biliyor olmamla ilgilidir. Beyanımı bu koşullarda vereceğimi belirtmek isterim.

Hakkımızdaki iddianameyi okudum. Bu iddianamenin maddi, hukuki ve teknik tutarsızlıkları, özensizliği, mesnetsizliği, iddialarının gerek ulusal gerek uluslararası bağımsız kuruluşlarca raporlanmış gerçeklerle ve ulusal ve uluslararası mevzuatla nasıl tezat içinde olduğu; Sayın Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun 36. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 21 Aralık 2017’de- Sayın Prof. Dr. Naz Çavuşoğlu’nun 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 10 Ekim 2018’de ve Sayın Prof. Dr. Haldun Gülalp’in 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 17 Ekim 2018’de verdiği beyanlarda açıkça ve etraflıca dile getirilmiştir.1 Kıymetli Hocalarımızın bu beyanlarını beyanımın ekinde dikkatlerinize sunuyorum. 

Fakat iddianame bağlamında bilhassa dile getirmek istediğim bir husus var. İddianame, bildiride dile getirilen eleştirilerin “küçük düşürücü” olması üzerinde durmuş.

“Küçük düşürücü” olan, temel yurttaşlık haklarımızdan birini kullanmış, son derece yakıcı ve insan ve diğer canlıların en temel haklarının seri bir biçimde ihlâl edildiği koşullarda, başlıca insanlık vazifelerinden birini yerine getirmiş olmamız değildir.

Asıl “küçük düşürücü” olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 12 ve 15 Ocak 2016 tarihlerinde hakkımızda “aydın müsveddeleri, karanlık, cahil, müstemlekeci, mandacı, sözde aydınlar, zalim, alçak” gibi sözler sarf edip bizleri aşağılamış olması, bize dağa çıkmayı ya da hendek kazmayı öğütlerken, “yargıyı [da] göreve davet” etmiş olmasıdır.2

Asıl küçük düşürücü olan, kanlarımızda duş alma hayalleri kuran bir mafya lideri ve onun kışkırttığı gruplar karşısında korunmasız bırakılmış olmamızdır.3 Kimi meslektaşlarımızın sabahın erken saatlerinde evlerinin Terörle Mücadele Ekiplerince basılmış olması,4 kimi meslektaşlarımızın kapılarına kırmızı çarpı işareti atılmış olması,5 kimi meslektaşlarımızın bulundukları illeri can güvenlikleri olmadığı için terk etmek zorunda kalmış olmalarıdır.6

Küçük düşürücü olan, söz konusu bildiriye imza atmış olan insanların bugüne değin yarıdan fazlasının işlerini şu ya da bu biçimde kaybetmiş olmalarıdır.7 Ben de bu insanlardan biriyim ve Ağustos 2016’da 20 küsur yıllık kamu hizmetime son vermek durumunda kaldım.8

Küçük düşürücü olan, soruşturma odalarına doldurulmuş olmamız, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, mahkeme salonlarında saatler geçirmek zorunda bırakılmamızdır. Bunlar ve çok daha fazlası. Burada küçük düşen bizler değiliz.

Bir kez daha, en temel haklardan biri olan düşünce ve ifade özgürlüğünü koruyamayan, akademik özerklik ve özgürlükleri ciddi biçimde zedeleyen, imzacıların hayatlarını koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

Aramızdan biri, genç bir meslektaşımız, Dr. Mehmet Fatih Traş, uğradığı haksızlıklara daha fazla dayanamayarak, 24 Şubat 2017’de ne yazık ki hayatına son vermiştir.9

Bu gibi pratikler dolayısıyla bugün Türkiye, uluslararası bağımsız kuruluşların raporlarına ve bağımsız akademik çalışmalara göre dünyada gerileyen demokrasiler arasında sayılmaktadır.10

Haziran 2015 sonrasında ülkede ve Güneydoğu’da yaşananlar, ulusal ve uluslararası raporlara da yansıdı. Suruç patlamasında ve devamında hissettiklerim beni, bugün olsa yine altına imza atacağım bu bildiriye imza atmaya yöneltti.

Bu, yapabileceğimin asgarisiydi. Daha fazlasını yapamadığım için gerçekten çok üzgünüm.

Çok sayıda kentte ve mahallede gece gündüz devam eden aralıksız sokağa çıkma yasakları ilân edildi. Haftalar boyunca devam eden bu yasaklar, aynı zamanda, operasyonların ya da güvenlik güçleri ya da silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen hak ihlallerinin sivil toplum örgütleri, gazeteciler, avukatlar ve doktorlar tarafından araştırılmasına da engel teşkil etti. 

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları için Doktorlar gibi insan hakları alanında faaliyet gösteren bağımsız grupların, ihlalleri belgelendirmek amacıyla bölgeye girmesine, operasyonlar bittikten ve sokağa çıkma yasakları kaldırıldıktan sonra bile, yetkililer tarafından izin verilmedi.11

Yine de ve bütün güçlüklerine rağmen raporlara ve bağımsız medya haberlerine yansıyan bilgiler şu vahim gerçekleri göstermektedir12;

355.000'den fazla insan, kent veya ilçelerin içindeki bazı mahallelere, yakınlardaki başka kentlere veya Türkiye'nin başka bölgelerine gitmek zorunda bırakılarak, yerlerinden edildiler.

Silahlı çatışma yaşanan yerlerde en az 338 sivil öldürüldü.

14 Aralık 2015 ile 11 Şubat 2016 arasında, aralarında 11 çocuğun da bulunduğu en az 66 Cizreli ateşli silahla vurulma veya havan topu patlaması sonucu öldü.

Üç binanın bodrumlarında mahsur kalmış, aralarında silahsız sivillerin bulunduğu 130 civarında insan, güvenlik güçlerinin kuşattıkları bu binalarda öldürüldü. Sokağa çıkma yasaklarının sona ermesinin ardından, Adli Tıp Uzmanları, bodrumlarda çocuklara ait olduğu kabul edilen kemik parçaları buldu. Bu süreçte, AİHM’in aldığı tedbir kararlarına uyulmadı ve ambulanslarla alınmalarına izin verilmeyen yaralı yurttaşlar hayatlarını kaybettiler.

Özel mülkler yaygın bir şekilde ve hukuksuz olarak tahrip edildi, konut dokunulmazlığı da yaygın bir biçimde ihlâl edildi.

Türkiyeli savcıların güneydoğuda yaşanan bu sivil ölümlerine ve özel mülk tahribatlarına yönelik etkin ve etkili bir soruşturma yürüttüklerine ilişkin pek az belirti var.

Bütün bu olanların ve daha fazlasının ne karar alıcısı ne de uygulayıcısı olan bizler, olanlardan sorumlu tutulamayız. Ne var ki görmezden gelinmesine, unutulmasına, üstünün kapatılmasına izin vermemek adına sorumluyduk, sorumluyuz. Bu, kolektif suçluluk değil, kolektif sorumluluk anlamına gelir.

Ek olarak, sıradan insanların nasıl kolektif suçlar işleyen bireyler haline geldiği üzerine düşünmeliyiz. Bir insanı, her koşulda insanca muamelede bulunmaktan uzaklaştıran, buna imkân tanıyan nedir?

Ancak bunun üzerine düşünmeyi sürdürür ve suçları işleyenleri değil, suçları ifşa edenleri yargılayıp cezalandırmaktan vazgeçersek, “insanın insanın kurdu olmayacağı” günler biraz daha yakınımıza gelebilir.

Son zamanlarda hayvanların hayat hakkı üzerine çalışmalarımı yürütüyorum. Belirtmeliyim ki bu yeni araştırma alanım Türkiye kamu kaynaklarınca değil, iki yıldır uluslararası araştırma ve bilim kuruluşlarınca destekleniyor.

Bu yeni çalışma alanım açısından baktığımda, Ocak 2016’da altına imza atmış olduğum bildirinin bir fazlalık değil, bir eksiklik taşıdığını söylemek hem bilim insanı sorumluluğumun hem de bütün canlıların özgürce yaşaması gerektiğine inanan bir insan olarak vicdani sorumluluğumdur.

Söz konusu bildiri, ziyadesiyle insan-merkezli olup, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı ve yoğun çatışmaların yaşandığı yaşam çevrelerinde hayvanların uğradığı hak ihlâllerine ve doğanın uğratıldığı yıkıma değinmemektedir.

Diyarbakır Hayvanları Koruma Derneği çalışanı ve Hayvan Hakları Federasyonu Başkan Yardımcısı, Ocak 2016’da, Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nde, “Kurşunların altında çalışma”nın çok zor olduğunu, ara sokaklara giremediklerini ama onlarca hayvanın hayatını kaybettiği bilgisine sahip olduklarını anlatmıştır.

O koşullarda veterinerler de vazifelerini yerine getiremediklerinden dolayı çok sayıda hayvan hayatını kaybetmiştir. Çatışmalar sırasında, hayvan hakları kuruluşlarının gayretleri sayesinde 200'e yakın hayvan Sur’dan çıkarılmış, burada bulunan yaralı veya sakatlanmış hasta kedi ile köpeklerin tedavileri sağlanmıştır. 

Çok sayıda yaralı ya da çatışma alanından çıkarılan kedi ve köpek İstanbul, Ankara, Adana, İzmir gibi başka illere taşınmıştır.13

Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin bir gönüllüsü Şubat 2016’da, “Sur'da sokaklar kedi cesedi doluydu. Bir anda yasak ilan edilen mahallelerde insanların beslediği kuşlar, zincirli köpekler kaldı.

Biz oraya gittiğimizde bir köpeğin 14 gündür bağlı olduğunu öğrendik. Polislere hayvanı çıkartmak için dil döktük ama izin verilmedi ve o hayvan öldü. Ateşli silahla vurulmasa bile birçok hayvan bu şekilde öldü,” diye ifade etmektedir.14

TİHV’nın 31 Mart 2016 tarihli Cizre Gözlem Raporu’nda, Dicle nehri kenarına dökülen molozlar arasında evsel atıkların ve inşaat atıklarının yanı sıra, hayvan ölülerinin bulunduğu ifade edilmektedir.15

22 Temmuz 2015’te, Başbakanlık’tan gelen genelge ile bölgedeki yangınlara devlet kurumları tarafından müdahale yapılmayacağı, yapıldığı takdirde çalışanlar hakkında tutanak tutulacağı kurumlardaki çalışanlar tarafından halka söylenmiştir. Bu nedenle yangınlara müdahaleye kurum çalışanları kurum adına değil, gönüllü bölge halkı kimliği ile katılım sağlamışlardır.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Benzer bir genelgenin varlığından, 2015 sonunda savaş ve çatışma bölgelerine yaptığı gözlem ziyaretinde haberdar olduğunu aktarmaktadır. Buna göre Bakanlık, çatışma nedeniyle ölen hayvanların bilgisinin basın ve kamuoyu ile paylaşılmaması için kamu kurumlarına genelge göndermiştir.16 

Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin 2015 yazında, yangından etkilenen alanlarda görüştüğü çok sayıda köylünün verdiği bilgilere göre yüz bin dönüm ormanlık alanın yandığı tespit edilmiştir.17

2015’te yaşanan orman yangınlarının durması için dönüşümlü 10 günlük açlık grevine başlayan Dersim’in Ovacık ilçesindeki Leşqan (Aslıca) Köyü sakinlerinden, 102 yaşında Cemile R. bakın neler söylemiş ve hissetmiş:

“Osmanlı’dan bu yana bölgede katliamlar ve acılar devam etmekte, artık topraklarımızda özgürce yaşamak istiyoruz. Topraklarımızda mezarlarımız olsun. Ziyaret merkezlerimizi, yatırlarımızı özgürce ziyaret etmek istiyoruz. Karıncalarımız özgürce dolaşsın. Ayılarımız, kurtlarımız, evlerimiz ve ağaçlarımız yakılmasın. Topraklarımızda barış ve dostluk içinde yaşamak istiyoruz.”18

Özetle; savaş, çatışma ve şiddet koşulları; her zaman olduğu gibi, insan - hayvan - doğa ayırt etmeden, bir kez daha bütün bir hayata düşman bir iklim yaratmış; bölge insanını ve hayvanını iç paralayıcı bir çaresizlik içinde bırakmıştır.

Son söz olarak, bütün canlıların bir arada, özgürce, insanların da birbirlerine ve yaşam çevrelerine, çocuğu oldukları gezegenlerine saygı ve şefkat içinde yaşayacakları bir ülkenin ve dünyanın hasretini çeken 46 yaşında bir kadın olarak,

Toplumsal barışın ve şiddetsizlik ortamının kalıcı olarak tesis edilmesini yurttaşı olduğum devletten talep eden, ulusal ve uluslararası düzlemdeki bütün ilgili mevzuat tarafından düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında güvence altına alınmış bir fiil için, tarafıma isnat edilen TMK’nın 7. Maddesinin 2. Fıkrasında tanımlanan “terör örgütü propagandası” yapma suçunu, daha açık olarak, “herhangi bir terör örgütünün cebir, şiddet, tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterme, övme veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapma” suçunu kat’i surette kabul etmiyor, bilâkis bu ithamı hakaret olarak algılıyorum. (AA/TP)

1 - https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/192654-prof-kaboglu-nun-44-say...

2 - https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160111_erdogan_akademisyen_a...

3 - http://www.diken.com.tr/sedat-peker-akademisyenlerin-oluk-oluk-kanini-is...

4 - https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160115_akademisyenler_gozalt...

5 - https://www.cnnturk.com/turkiye/akademisyenlerin-universitedeki-odalarin...

6 - http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nuce&id=66932

7 - https://barisicinakademisyenler.net/node/314

8 - https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2016/09/01/baris-bildirisine-neden...

9 - https://m.bianet.org/bianet/toplum/184063-mehmet-fatih-tras-akademik-gel...

10 - http://t24.com.tr/yazarlar/sencer-ayata/demokrasinin-durumu-dunyada-iler...

11 - https://www.hrw.org/tr/news/2016/07/11/291848

12 - https://www.hrw.org/tr/news/2016/07/11/291848; http://bianet.org/system...

13 - http://www.hurriyet.com.tr/hayvanseverler-yasakli-mahallelerdeki-hayvanl...

14 - https://m.bianet.org/bianet/hayvan-haklari/172390-sur-un-kedileri-istanb...

15 - https://tihv.org.tr/wp-content/uploads/2016/04/Cizre-G%C3%B6zlem-Raporu_..., s. 37.

16 - http://www.sivilsayfalar.org/2018/09/21/bir-savas-politikasi-olarak-orma...

17 - Mezopotamya Ekoloji Hareketi, 8 Temmuz 2016 tarihli “Orman Yangınlarıyla ilgili Heyet Oluşturma Çağrısı”

18 - Akt. Burak Özgüner; http://www.sivilsayfalar.org/2018/09/21/bir-savas-politikasi-olarak-orma.... Ayrıca bkz. https://www.mezopotamyaekoloji.org/wp-content/uploads/2017/05/Orman-Yang...

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/203660-ayten-alkan-in-beyani