Dilek Çankaya'nın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
10.01.2019

"Çocuklar ve gençler için çatışmasız, daha eşitlikçi bir yaşam umarak, taraf olduğu sözleşmelerin içeriğinin yurttaşı olduğum devlete hatırlatılmasının yurttaş olarak doğal hakkım olduğunu düşünüyorum."

Ankara Üniversitesi'nden doktora öğrencisi Dilek Çankaya'nın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

Sayın Heyet,

Bugün burada eğitim bilimci olarak attığım bir imza nedeniyle bulunuyorum. Eğitimci kimliğimle yapmaya çalıştığım her şey eğitim sistemleri yoluyla yeniden üretilen toplumsal eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin sonucu olarak ortaya çıkmış sorunları tespit etmek ve çözümlenmeleri için elimden geldiğince çabalamak üzerine kuruludur.

Özel olarak ilgilendiğim grup ise çocuklar ve onların yaşamında dönüştürücü etkisi de olabilecek olan öğretmenlerdir.

Dolayısıyla insan hakları, çocuk hakları ve ihlalleri üzerine kafa yormak ve bu alanlarda bilgi üretmek, gerekli durumlarda devleti ve organlarını göreve çağırmak bir eğitimci olarak görevimdir.

İmzalamış olduğum metinden hemen önceki süreçteki durumu, çocuklarla ilgili bazı verilerle hatırlatmak isterim:

Sadece 26 Temmuz 2015 ile 30 Aralık 2015 tarihleri arasında Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkari ve Adana illerinde en küçüğü 3,5 aylık bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuğun hayatını kaybettiği ve 50’den fazla çocuğun yaralandığı bilgisi haberlerden derlenmiştir.

Bunlar doğrudan yaşam hakkına dönük ihlaller iken özellikle sokağa çıkma yasağının yaşandığı yerlerde çocukların en temel hakları da ihlal edilmiştir.

Eğitim hakkı da bunlardan biridir. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 38. ve 39. Maddeleri (Ek 1), taraf olan devletleri -yani onlardan biri olarak da Türkiye Cumhuriyeti devletini- silahlı çatışma durumunda ve sonrasında çocuğu korumakla yükümlü kılar.

O dönem haberleri takip eden herkesin bildiği çok ağır şeyler yaşandı, tekrar ediyor olmayı kendi adıma çok ağır buluyorum. O nedenle devletin temel sorumluluk alanlarından biri olan eğitimle ilgili o dönemki durumu kısaca tariflemek istiyorum:

Sokağa çıkma yasağı başlamadan hemen önce öğretmenler mesaj yoluyla bilgilendirilmiş ve çoğu öğretmen bölgeyi apar topar terk etmek durumunda kalmıştı.

Eski öğrencilerimin ve o süreçte özellikle Kürt illerinde çalışan öğretmenlerin deneyimlerinden, çocukların onlar giderken “Bizi bırakıp gidiyorsunuz, bizim başımıza neler gelecek?” diye sitem ettikleri, dönebildikleri zaman ise oldukça tepkisel çocuklar ve gençlerle karşılaştıklarını biliyorum.

Eğer okulları yıkılmamış ve kullanılabilir durumdaysa öğretmenler döndüklerinde okulda kendilerinden duygusal olarak daha da uzaklaşmış ve yıkılan mahallelerden ve travmadan yeni çıkmış çocuklarla, bununla nasıl çalışacaklarını bilmeden, bu konuda aldıkları kısa bir seminer dışında donanımları olmadan karşılaştılar.

Silahlı çatışma koşullarında çocukların okula devam edememeleri çok önemli bir sorun mu diye sorulacak olursa da, savaş/çatışma koşullarından ve sonrası travmatik etkilerden çocukları korumanın en iyi yöntemlerinden birinin eğitimlerine devam edebilmeleri ve kendilerini gözeten ortamlarda olmaları olduğu da biliniyor.

Çocuklar ve gençler için çatışmasız, daha eşitlikçi bir yaşam umarak, taraf olduğu sözleşmelerin içeriğinin yurttaşı olduğum devlete hatırlatılmasının yurttaş olarak doğal hakkım olduğunu düşünüyorum.

Ülkenin bir yurttaşı olarak devletten çatışma koşullarının bitirilmesini ve acilen barışın tesis edilmesini talep ediyor olmak, sadece ifade özgürlüğümü kullanmak değil aynı zamanda o çocuklar ve o çocukların deneyimlerini dert edinmiş öğretmen arkadaşlarımın da seslerine katkı sunmak anlamına gelmektedir benim için.

Dolayısıyla imzaladığım metnin bir suç unsuru barındırmadığını, ifade özgürlüğü kapsamında bir hak olduğunu belirterek beraatimi talep ediyorum. (DÇ/TP)

Ek 1:

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme:

Madde 38: 

1. Taraf Devletler, silahlı çatışma halinde kendilerine uygulanabilir olan uluslararası hukukun, çocukları da kapsayan insani kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak yükümlülüğünü üstlenirler.

2. Taraf Devletler, onbeş yaşından küçüklerin çatışmalara doğrudan katılmaması için uygun olan bütün önlemleri alırlar.

3. Taraf Devletler, özellikle onbeş yaşına gelmemiş çocukları askere almaktan kaçınırlar. Taraf Devletler, onbeş ile onsekiz yaş arasındaki çocukların silah altına alınmaları gereken durumlarda, önceliği yaşça büyük olanlara vermek için çaba gösterirler.

4. Silahlı çatışmalarda sivil halkın korunmasına ilişkin uluslararası insani hukuk kuralları tarafından öngörülen yükümlülüklerine uygun olarak, Taraf Devletler, silahlı çatışmadan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi alırlar.

Madde 39:

Taraf Devletler, her türlü ihmal, sömürü ya da suistimal, işkence ya da her türlü zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulaması ya da silahlı çatışma mağduru olan bir çocuğun, bedensel ve ruhsal bakımdan sağlığına yeniden kavuşması ve yeniden toplumla bütünleşebilmesini temin için uygun olan tüm önlemleri alırlar. Bu tür sağlığa kavuşturma ve toplumla bütünleştirme, çocuğun sağlığını, özgüvenini ve saygınlığını geliştirici bir ortamda gerçekleştirilir.

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/204342-dilek-cankaya-nin-beyani